IŞİD’i hafife almayalım
IŞİD sadece gücü, etkisi ve kontrolü altında tuttuğu alanın büyüklüğü yüzünden değil benimsediği strateji yüzünden de hiç hafife alınmaması gereken bir örgüt. Benzerlerine karşı bundan önce verilen mücadeleden başka bir mücadelenin verilmesini zorunlu kılıyor. Stratejik düşünmeyi, askeri müdahalenin ötesini görebilmeyi gerektiriyor. Foreign Affairs’in Arap Baharı derlemesine katkıda bulunan Audrey Kurth Cronin’in yazdığı gibi El Kaide’den de, aslına bakarsanız tüm diğer terör örgütlerinden de farklı.
PKK ve bağlantılarını terörist olarak tescil ettirmek, PKK’ya dolaylı yollardan da olsa verilen desteği kesmek için kullandığımız argüman Türkiye’yi yanlış yola sürüklememeli. Her iki örgütü de iyi tanımalı ve tanıtmalı, ama aynı kefeye koyup, benzer mücadele yöntemlerini benimsememeliyiz. İkisinin de şiddeti siyasetin aracı olarak kullandığı doğru. İkisinin de Türkiye’ye zarar verdiği gerçek. Hatta PKK’nın verdiği zarar IŞİD’in verdiğinden kat ve kat fazla. İkisinin de amacının devlet kurmak olduğu da tartışmasız.
***
Ancak biri devletler sistemi tarafından tanınacak, Westphalia normları üstüne oturan bir devlet peşinde, diğeriyse 1648’den bu yana oluşmuş devletler sisteminin temel normlarını değiştirmek. Biri bize karşı savaş halinde, belki ileride İran, Suriye ve Irak’ın da başını ağrıtacak, hatta bundan önce olduğu gibi beklentilerine cevap vermeyen ülkeleri istikrarsızlaştırmak için terörden protestoya pek çok yöntemi kullanacak, diğeriyse tümüyle birden savaşacak, dünyayı din ekseninde bölene kadar uğraşacak.
Zaten çok da uğraşması gerekmiyor. Dünya yeterince bölünmüş halde. Oldum olası var olan kültürel fay hatları son yıllarda iyice hareketlendi, Avrupa’da İslam karşıtlığı mülteci kriziyle birlikte ivme kazandı. Belli başlı siyasi partilerin temsilcileri daha Paris’te, Brüksel’de bombalar patlamadan, katliamlar yaşanmadan “biz Hıristiyan mülteciden başkasını istemeyiz” demeye başladı. Aşırı sağ deseniz zeminini iyice genişletti. IŞİD dendiği gibi Almanya’yı hedef alacak olursa, Merkel’in aşırıları dengelemeye yönelik siyaseti de çöker.
Evet, PKK bizim için ciddi bir tehdit. Birini diğerine tercih etmemiz de söz konusu değil. Fakat IŞİD’e karşı mücadele de başkalarına bırakılmayacak kadar önemli. Hem dünyanın medeniyetler aksında daha fazla bölünmesinin bize verebileceği zararlar, hem de başkalarının önderliğindeki mücadele biçiminin doğurabileceği sorunlar yüzünden. Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede de tanımlayıcı, düzenleyici ve yönlendirici rol oynaması kendi çıkarlarını koruması için şart.
***
Yanlış anlaşılmasın, mücadelede yönlendirici olmak askeri anlamda fazladan risk almak, Beşika ve ötesine yığınak yapmak anlamına gelmiyor. Türkiye siyasi alanda inisiyatif geliştirerek, diplomasisini IŞİD’den gelecek tehdide göre yönlendirerek de öncü rol oynayabilir. Medeniyetler İttifakı modelini canlandırabilir. İstihbarat imkanlarını daha etkin bir şekilde kullanıma sokabilir. Yapılanı eleştirmek yerine ne yapılması gerektiğini söyleyebilir. Hepsinden önemlisi de müttefiklerine bu konuya angaje olduğunu gösterebilir. Eğer IŞİD’e karşı daha dinamik bir tavır sergilediğimizi dünyaya ispatlayabilirsek, PKK’ya karşı daha fazla destek bulabiliriz.
Ayrıca sanmayalım ki herkes her şeyi biliyor, biliyor da yapmıyor. Pek çok şey bilinmiyor. Bazılarımızın müthiş bir kurucu ve kurgulayıcı irade atfettiği “üst akıl” bile aslında pek çok sorunu el yordamıyla, ama hepsinden önemlisi kendi çıkar ve beklentilerine uygun şekilde çözmeye gayret ediyor. Canı çok yanmadığı takdirde de canını yakabilecek maceralardan uzak durmaya çalışıyor. Türkiye bunu artık bir üstünlük değil zafiyet olarak görmek ve ona göre hareket etmek, siyaset geliştirmek zorunda…