Herkes kârlı çıktı…
Finlandiya, İsveç ve Türkiye’nin son dakika uzlaşmasından Rusya dışında herkes kârlı çıktı. NATO genişleyebileceğini, tek sesle konuşabileceğini, üyelerinin güvenlik endişelerine çözüm üretebileceğini gösterdi.
Finlandiya ve İsveç verdikleri tarihi kararın gecikmeden doğabilecek sonuçlarına katlanmaktan kurtuldu. Avrupa rahatladı, Amerika liderliğini bir kez daha tescilledi. Ama en kârlı çıkan Türkiye oldu.
Her şeyden önce 10 maddelik mutabakat metninin imzalanmasıyla, bu ülkelerin yaslarından uygulamalarına Türkiye’nin istediği değişiklilikleri yapmak üzere resmen taahhüt ettiler. Silah satışına kısıtlama koymayacaklarına diplomatik esneklik ve dille söz verdiler.
Türkiye’nin iade talebinde bulunduğu ve bulunacağı insanları iade edeler mi ya da edebilirler mi bilinmez ancak PKK’nın ve yan kuruluşlarının bundan sonra bu iki ülkede, özellikle de İsveç’te eskisi kadar rahat edemeyeceği kesin. Benzerini Türkiye’nin tanımına atfen kabullenilen FETÖ için de söylemek mümkün.
Evet, imzalanan belge bir antlaşma değil. Ayrıca iade konusu başta olmak üzere içinde muğlaklık da barındırıyor. Fakat üyelik süreci de henüz bitmiş değil. Şu an sadece davet çıkartıldı. İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği parlamentoların, yani TBMM’nin onayı sonrasında gerçekleşecek.
Başka bir deyişle Türkiye bundan sonraki süreç üstünde söz sahibi olacak, teknik düzeyde zorluk çıkartma hakkını da elinde bulunduracak. Kurulan takip mekanizması ise bu sürecin yönetilmesinde etkin rol oynayacak.
Pazarlık etmemiş olsaydı, ittifakın genişlemesini tevekkülle kabullenip iyi olur deseydi Türkiye ne bunları, ne de Madrid Zirve Deklerasyonu’nun beşinci maddesinde ittifakın üyelerine yönelik terör tehdidinin Rusya tehdidiyle aynı paragraf içinde anıldığını görebilirdi.
Belki Strateji Belgesi’nin 10’uncu maddesindeki genel terör vurgusu yine olurdu ama Rusya kadar terörizme de karşı olacakları bu şartlar altında bu kadar şiddetle vurgulanmazdı. Deklarasyon’un 18’inci maddesinde de üçlü mutabakat kayda geçmezdi.
Diğer yandan ifrata vardırıp bu pazarlığı uzatması Türkiye için iyi olmazdı. Baskı altında kalır, NATO’yu rehin almakla suçlanır, Amerika ile olan diyalog kanallarının kapanmasına neden olurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Başkan Biden ile görüşemez, ABD ile Türkiye arasındaki sorunlar konuşulamaz, Amerikalıların Türkiye’nin güvenliğinin ittifakın güvenliği demek olduğunu hatırlamazdı. F-16 sorunun çözümü için yönetim cephesinden iyi niyet mesajları verilmezdi.
Türkiye pazarlığı dozunda tutarak alabileceğinin en iyisini aldı. Finlandiya ve İsveç aracılığıyla tüm müttefiklerine endişelerini aktardı, onların dolaylı yollardan da olsa kaygılarına ve çıkarlarına saygı göstermesini sağlayacak bir sürecin başlamasını sağladı.
Atlantic Council’ün görüşünü aktardığı Ian Brezezinski’nin söylediği gibi başlatılan bu süreç (o Erdoğan dese de) Türkiye’ye NATO’nun geri kalanıyla pazarlık etmek için önemli bir fırsat penceresi açtı.
Görünen o ki Türkiye eline geçirdiği fırsatı sonuna kadar kullanacak. İttifak resmen genişleyene, İsveç ve Finlandiya Washington Antlaşması’nın beşinci maddesindeki koruma taahhüdünden yararlanana kadar istediklerini elde etmek için pazarlık etmeyi sürdürecek.
İade konusundaki ısrar pazarlık çıtasını yüksek tutmaktaki kararlılığın ifadesi gibi duruyor. Yerine getirilmesi en zor ve en muğlak olan taahhütün altının ilk günden çizilmesini başka şekilde okumak zor.
Asıl pazarlık belli ki bundan sonra başlayacak, Ankara müstakbel üyelerin gösterdiği hassasiyeti kadim müttefiklerinden de beklediğini daha yüksek sesle dillendirecek.
İfade özgürlüğüne, temel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne biraz saygı gösterdiğini gösterse Körfez ülkeleri ve İsrail’le olan barışmasının yarattığı jeopolitik rüzgarı da arkasına alarak onlarla daha rahat ve daha etkili bir şekilde pazarlık edecek.
Çok sorunumuz var ama Türkiye’yi hafife almayalım. Bulunduğu coğrafyada ağırlığı olan bir ülke. Olayların akışını etkileme potansiyeli olduğunu çıkarlarının gerektirdiği hemen her yerde gösterdi.
Suriye’de, Libya’da, Dağlık Karabağ’da ve diplomasi kadar askeri teknolojisiyle de Ukrayna savaşında ağırlığı hissettirdi. Tahıl koridorundan Akdeniz’deki enerji arzına kadar dünya siyasetini ilgilendiren çoğu konuda söz sahibi olduğunu ispatladı.
İktidarın Türkiye’nin çıkarlarını ve güvenliğini korumak amacıyla inisiyatifler geliştirmesi hepimizin yararına. Haksızlıklarını, hukuksuzluklarını ve yanlışlarını eleştirelim ama elde ettiklerine de sahip çıkalım…