Göründüğünden daha da önemli bir diplomatik başarı
ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararını hayata geçirmek için attığı adım karşısında Türkiye önce İslam İşbirliği Teşkilatı’nı dönem başkanı sıfatıyla toplantıya çağırdı. Toplantı sırasında üyeler bir eylem planı kabul etti. Plana göre önce Güvenlik Konseyi’ne gidildi. ABD veto hakkını kullanınca sorun Genel Kurula taşındı. Sonuç zaten biraz haber takip eden herkesin malumu.
128 üye karar tasarısı lehinde oy kullandı, yani ‘Kudüs’ün statüsünün tek taraflı tasarruflarla değişmesine karşıyız’ dedi, BM Güvenlik Konseyi’nin soruna ilişkin kararlarını teyit etti. Sadece ABD ve İsrail dışında siyasi ağırlığı olmayan birkaç ülke değişime ses çıkartmayabilecekleri mesajını verdi. Çekimser kalan ülkelerin çoğu da Genel Kurul’daki konuşmalarında belirttikleri gibi tasarının içeriğine karşı olduklarından değil, başka nedenlerle çekimser kaldı.
***
Bu karar sayesinde Filistin Yönetimi ciddi bir destek aldı, Mahmud Abbas’ın pazarlık pozisyonu güçlendi, Filistin halkı yalnız bırakılmadıklarını gördü. Umarız Trump Yönetimi de gereken dersi çıkarttı. Tehditle, şantajla her istediğini yaptıramayacağını, bir kaç Körfez ülkesini peşine takarak istediği çözümü Filistin’e dayatamayacağını anladı. Temennim egemenliğin de sınırsız olmadığını günün birinde idrak edecekleri, güç denen şeyin sadece kaba güç olmadığını anlayacakları yönünde.
Tüm bunların ötesinde Türkiye de bu süreçte bir dizi diplomatik başarı kazandı. İİT’nin var olan koşullar altında toplanması ve bir yol haritası kabul etmesi veya etmesinin sağlanması kendi başına bir başarıydı. Güvenlik Konseyi’nde 14 ülkenin onayı, Genel Kurul’un olağanüstü toplantıya çağrılması ve kararın bu denli büyük bir destekle çıkması da birer siyasi/diplomatik başarıydı.
Ama asıl başarı Türkiye’nin geçen günlerde eski NATO Genel Sekreteri ve yine eski AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın Project Syndicate tarafından yayınlanan makalesinde ortaya koyduğu ABD’nin oyun planını bozmasıydı. Solana’ya göre Trump Suudi Arabistan ile olan ABD dostluğunu canlandırarak Veliaht Prens Selman tarafından ortaya atılan planı Filistin’e kabul ettirmeye çalışacaktı.
Ancak Trump Veliaht Prens’in dostluğuna, yeteneğine ve İran fobisine fazla güvendi. Kendi seçmen kitlesine ve yakın destekçilerine hoş görünmek, Mueller soruşturmasının baskısından kurtulmak için aceleyle karar verdi. Suudi dostlarını hiç istemeyecekleri bir tercihi yapmaya zorladı. Çünkü muhtemelen Trump ve yakın çevresi Türkiye’nin dönem başkanı olarak İİT zirvesi toplayabileceğini, bu zirveden üyeleri bağlayıcı kararlar çıkabileceğini, eylem planı hazırlanabileceğini hesaba katmamıştı.
Solana’nın söylediği gibi hiçbir Müslümanın El Aksa Camisi’nin Kudüs’te olduğunu unutmasına imkan yoktu. Zaten Kral Salman da heyetini daha İstanbul’a göndermeden Trump’ın kararını kabul edilemez olarak nitelemişti. Suudiler ve Körfez müttefikleri kendilerini İslam dünyasının genel tercihlerinden soyutlayamazdı. Nitekim soyutlayamadılar, hem İstanbul’da, hem de New York’ta yakın dostları Trump’ın tercihleri hilafında oy kullandılar.
***
Tüm bu oyunu bozansa Türkiye’ydi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geliştirdiği inisiyatifti. Erdoğan’ın ısrarlı çağrıları, Türkiye’nin her düzeydeki çabaları olmasaydı büyük bir olasılıkla İİT toplanmaz, toplansa bile sorunu kınama ile yönetme yolunu seçerdi. Türkiye’nin müdahalesi belli ki siyasetin akışını değiştirdi. Sorun bambaşka bir mecraya yöneldi. İsrail’i güçlendirmek, Filistin’e kabul edemeyeceği bir barışı dayatmak için yola çıkan Trump yönetimi tam tersi bir sonuç elde etti.
Dünya bir kez daha Filistin sorununu hatırladı, ABD’nin Körfez’deki yakın dostları da dahil İİT kararlarına uydu. BM Güvenlik Konseyi’nin kararları anımsatıldı, insancıl hukukun temelini oluşturan Cenevre Sözleşmeleri işgalci güçlere yüklediği sorumluluklar açısından yeniden gündeme geldi. Suudilerin ABD destekli planı hukuki deyişle “null and void” oldu. Trump da kendi ülkesinde güç kazanacağına güç kaybetti. Fakat mücadele bitmedi…