G-20’den COP26’ya ve onların ötesine iklim sorunu
Dün başlayan ve bugün bitecek G-20 Roma Zirvesi’nde tartışılan önemli konuların başında iklim krizi geliyor. Beklenti Dünya nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan, ekonomik faaliyetinin yüzde 80’ini, ticaretinin yüzde 75’ini gerçekleştiren, atmosferi de en çok kirleten kulübe üye 19 ülkenin ve AB’nin anlaşarak Glasgow’daki COP26 Taraflar Konferansına öyle gitmesi ve iklim hedefleri konusunda tek sesle konuşması.
Ama görünen o ki, G-20 üyeleri pek çok konuda olduğu gibi ne Roma’da ne de Glasgow’da tek sesle konuşabilecek. 2015 Paris İklim Antlaşması hedeflerine varmak, endüstri devriminden bu yana yaşanan sıcaklık artışını tercihan 1.5, ama asıl 2 derecenin altında tutmak için uzlaşamayacak. Zaten pek çok ülke lideri salgın gerekçesiyle toplantılara şahsen katılmıyor. Şahsen katılanların da taahhüt ettikleri hedeflere varmak için ne denli hazır ve hevesli olduğu tartışmalı.
Ev sahibi İngiltere bile karbondioksit salınımı yüksek kömür santrallerini kapatmakta çekimser. Tarih veriyor ama samimiyetine güven duyulmuyor. Bankaları da karlı gördükleri fosil yakıt zengini enerji şirketlerine kredi vermekte beis görmüyor. Amerika derseniz yeni ve büyük hidrokarbon yatakları bulmak, geliştirmek ve onları piyasaya sunmak için boru hatları yapmak derdinde. Yönetimin hazırladığı enerji reform paketleri, yeşil enerjiye geçişi sağlayacak destekler de Senato’da takılmış halde.
***
Bir başka sorun da belli başlı kirleticiler arasında oldum olası var olan güvensizlik meselesi. Mesela Hindistan karbon salınımımı 2030’a kadar yüzde 33 indiririm diyor ama indirimini gelişmiş ülkelerin indirim performansına endeksliyor. Amerika-Çin rekabeti de iklim krizinin aşılmasına pek yardımcı olacağa benzemiyor. Gelişmişlerle azgelişmişler arasındaki temel sorunsa sağlanacak kaynak konusu. 2009’da gelişmişler 2020’ye kadar yılda 100 milyar doları bulacak bir kaynaktan söz ediyorlardı.
Ancak Alice Hill’in Foreign Affairs’de yer alan yazısına göre bu hedefe henüz ulaşılamadı. Gelişmiş ülkeler az gelişmişlere şimdiye kadar en fazla 79.6 milyar dolar kaynak yarattı ki onun da çoğu kredi şeklinde ve iklim değişikliğine uyumdan ziyade enerji kaynaklarını değiştirmeyi hedefliyor. Oysa Bangladeş başta olmak üzere pek çok yoksul ülkenin hem iklim değişikliğinin etkilerinden korunmak ve tedbir almak, hem de karbon salınımını azaltmak için kaynağa ihtiyacı var.
Afrika ülkeleri 10 yıl içinde en az 1.3 triyon dolarlık bir kaynak gereksiniminden söz ediyor. Dünyaya bu konuda da liderlik edeceğini iddia eden Amerika ise yasama organından onay alabildiği takdirde yılda 11 milyar dolarlık kaynak ayırabileceğini söylüyor. Azgelişmişler gelişmişleri dünyayı zamanında kirletmek, atmosferdeki karbondioksit kotasını doldurmakla suçluyor. Gelişmişler de geçmişe dönemeyiz, kirlenmeyi bugün durdurmalıyız diye bakıyor.
Kısacası her iki zirveye katılanlar ve katılmayanlar arasında iklim konusunda da diğer konularda olduğu gibi ciddi görüş ayrılıkları bulunuyor. Uzmanlar Glasgow’dan mucize beklemeyin dese de 12 günden fazla sürecek toplantının dünyayı yeni bir bilinç düzeyine taşıması, iklim değişikliğini bugüne kadar yapılanlarla, alınan tedbirlerle durdurmanın mümkün olmadığının anlaşılması mümkün.
Mümkün olan bir başka şey de Biden ve Erdoğan’ın Roma’da değilse de Glasgow’da görüşmesi, Amerika ile Türkiye arasındaki sorunlardan bazılarının çözülmesi. Ama belli ki hem bu görüşme hem de iklim zirvesinin somut sonuçları için birinde bir gün, diğerinde biraz daha beklememiz gerekecek. Ve umarım ikisi de taraflar için optimum faydayı yaratacak.
***
Sonuçların, özellikle de iklim konusunun ne olacağını beklerken #tarih dergisinin Eylül sayısına göz atmanızı öneririm. Orada iklim krizi 165 yıllık inkarın, cahilliğin ve fırsatçılığın tarihi olarak sunulmuş. 1856’da amatör bir bilim insanının Eunice Foote’un iki silindir ve dört termometreyle küresel ısınmayı çözdüğü, 1896’da Svante Arrhenius’un ne kadar ısınacağımızı hesapladığı, 1938’de Guy Callender’in dünyanın yarım derece ısındığını tespit ettiği anlatılmış.
Dergide Roma Kulübü’nün ve CIA’nin yayınladığı raporlar, iklim için cuma günleri okula gitmeyi reddeden, sonunda dünya çapında bir eylemci olarak tanınan Greta Thunberg’in hikayesi ve daha çok şey var. Türkiye’den Açık Radyo’ya ve yıllardır iklim değişikliği konusunda bizi uyarmaya çalışan Ömer Madra’ya da yer verilmiş. Değişik bir şeyler yapmak isteyenlere Frank Armstrong'un Aptallık Çağı ve Christoper Nolan’ın Yıldızlararası filmleri tavsiye edilmiş.
Vaktiniz varsa ve distopik filmlerden hoşlanıyorsanız seyredin derim. İkisinde de iklim değişikliği durdurulmazsa nasıl bir dünyada yaşayacağımız anlatılıyor. Ama yoksa veya filmleri bulmazsanız da çok dert etmeyin. İklim değişikliği durdurulamazsa nasılsa biz ve bizden sonraki kuşaklar o distopyanın içinde yaşayacağız. Kimimiz galaksilere kaçmaya çalışacak, kimimiz insanlık nasıl bu kadar aptal oldu da sıcaklık artışını durduramadı diye düşünecek. Yine de mutlu, umutlu ve olabildiğince huzurlu bir tatil günü dileğiyle…