Amerika ile iyi geçinmek…
Amerika siyasetini beğenseniz de beğenmeseniz de önemli bir ülke.
Dünyanın en büyük siyasi, askeri ve ekonomik gücü. Üstelik kendini mükemmel görme, her dediğinin doğru olduğuna inanma gibi bir sorunu da var. Dünyayı değiştirebileceğini, daha doğrusu değiştirmesi gereğini düşünüyor. Kurucu babalarının ülkelerinin alın yazısı olarak gördüğü bu misyonu halkın da, yöneticilerin de geniş bir kesimi destekliyor. Bu nedenle de tehlikeli. Çünkü aklına gelen her yere müdahale ediyor.
Müdahaleleri bazen askeri, bazen ekonomik, bazen de diplomatik olabiliyor. İdeal bir dünyada onun gücünü dengeleyebilecek bir koalisyonun kurulması ya da devletlerin ve devletler topluluklarının müdahalelerine karşı çıkması beklenir. Ama dünya ideal değil. 5 bin yıllık diplomasi tarihine baktığımızda olacağı da yok. Belki bizden sonraki kuşaklar AB’nin tutarlı ve bütüncül dış ve güvenlik politikası geliştirdiğini, Amerika’nın karşısına denge unsuru olarak dikildiğini görür.
Rusya ve Çin derseniz bana sistemleri, rejimleri, güçleri gereği alternatif değillermiş gibi geliyor. Zaman zaman zorda kalan devletler için dayanak noktası olabilirler. Ancak icraatları dayanışmadan ziyade sızmaya, zafiyetten yarar çıkartmaya yönelik. Zaten ne Rusya, ne de Çin Amerika’yı Suriye’den ya da başka bir yerden çıkartabildi, Irak’a, Libya’ya müdahale etmesine engel olabildi. Yaptırımların yükünü hafifletse dahi ortadan kaldırmaları, uygulanmamasını sağlamaları bildiğim kadarıyla mümkün olmadı.
***
Bu yüzden Amerika dünyadaki pek çok devletin iyi geçinmek zorunda hissettiği bir ülke. Çok azı seviyor, siyasetine saygı duyuyor fakat iyi geçinmek için elinden geleni yapıyor. Amerika’nın menfaat olarak tanımladıklarına dikkat etmeye, açıktan ya da dolaylı yöntemlerle zamanın ruhuna, güç dengelerine, iç siyasetindeki dalgalanmalara göre önem sırası değişen menfaatlerine hassasiyet göstermeye çalışıyor. Birini ihlal ederse diğeriyle dengelemeye, hayati diye tanımladıklarına özen göstermeye çaba harcıyor.
Soğuk Savaş sırasında saf değiştiriyormuş görüntüsü verilmemesine, 11 Eylül sonrasında teröre karşı savaşta rol oynanmasına gayret ediliyor. Bazı dönemlerde Amerika için ekonomik çıkarlar, şirketlerinin menfaatleri, bazen de stratejik diye tanımlananlar dikkat edilmesi gereken hassasiyetlerin üst sıralarında yer alıyor. Liberal damarı kabardığında da demokrasi ve insan hakları gibi değerler ön plana çıkabiliyor. ABD’nin şimdiki ve muhtemelen bundan sonraki birincil önceliği ise İsrail ve onun iyiliği.
Trump ve yakın çevresi hiçbir yönetiminin olmadığı kadar İsrail yanlısı. Sadece yıllardır taşınması ertelenen Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımakla, Filistinlileri daha da küçük bir alana hapsedecek planı hazırlamakla kalmadılar, İsrail ile olan ilişkileri Amerika’ya olan yakınlığın, “sadakatin” ölçüsü haline getirdiler. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) İsrail’le diplomatik ilişki kurmayı bu yüzden kabullendi, Suudi Arabistan kendisi tarafından geliştirilen Arap Barış İnisiyatifi’ni bu yüzden öldürdü. Sırada belli ki Kosova, Sırbistan, Umman ve diğerleri var.
Bundan sonra gelecek yönetimlerin de aşılan eşiği geri getirmesi, Arap-İsrail dengesini gözetmesi imkansız. Araplar ortada denge diye bir şey bırakmadı, Filistin adına sürdürülen dayanışma BAE ve Suudi ortaklığıyla sona erdi. Biden da seçilse, Trump da seçilse değişen bir şey olmayacak, Filistin sorunu çözülürse çok büyük bir olasılıkla yeni tanımlanan parametreleri içinde çözülecek. Arapların evet dediğine Avrupa’nın hayır demesini beklemek de gerçekçi değil. Onların da direnci yakında kırılır.
***
Diğer yandan İsrail dostluğu sayesinde bu ülkelerin ABD’den her istediklerini alabileceği de tartışmalı. BAE şimdiden ilk hayal kırıklığını yaşadı bile. Çok istedikleri F-35 satışını İsrail’in Washington’daki lobisi marifetiyle bloke ettiği, bu nedenle de bazı üst düzey ziyaretlerin askıya alındığı söyleniyor. Foreign Policy gibi mecralarda F-35 satışının riskleri üstüne yazılar çıkmaya, yorumlar yapılmaya başladı. Dendiğine göre F-35’in teknolojisinin BAE üstünden Çin’e gidebilirmiş. Bir başka sorun da BAE pilotlarının F-35 gibi bir uçağı uçuramayacağıymış.
Oysa gerçek neden İsrail’in “dostu” dahi olsa bölgesindeki hiçbir devlete böylesi yüksek teknolojili silah sistemlerinin kaymasını kendi uzun erimli güvenliği için istememesi. Ben, BEA’nin F-35 almak için uğraşacağına, elindeki tüm imkanları kullanacağına, gerekirse İran ve belki Türkiye kartını oynayacağına eminim. Sonunda alamazlarsa da İsrail’le ilişkilerini normalleştirmiş olmalarından pişmanlık duymayacaklar, yıllardır var olan işbirliklerini pekiştirmenin yollarını arayacaklardır.
Tüm bunlardan bizim için çıkartılacak sonuç ne derseniz, karşımızdaki bölgesel bloğun kendi içinde yaşadığı sarsıntılara ve hayal kırıklarına rağmen giderek konsolide olduğu, sevmesek de menfaatlerimizi korumak amacıyla iyi geçinmek istediğimiz Amerika’nın ilişkilerinde İsrail konusunu giderek daha kuvvetle öne sürdüğü olur. Rusya’ya ya da Çin’e dayanmayacağımızı, NATO üyeliğimizi pazarlık unsuru olarak kullanamayacağımızı da eklerim. Daha başka şeyler de söyleyebilirim ama yerim yetmez. Sanırım en iyisi yaratıcı çözümler üretmemizin zamanının geldiğini, hatta geçtiğini bir kez daha vurgulamak…