Yoksulluk var ama AK Parti kaybetmiyor mu?
Bütün demokratik dünyada seçimle gelen iktidarlar, eğer ekonomiyi iyi yönetemiyorlarsa, insanlar enflasyon ve her gün yağmur gibi gelen zamlar yüzünden derin bir yoksulluk yaşıyorlarsa, yargı siyasallaştığı için adaletin terazisi şaşmışsa ve de özgürlükler askıya alınmışsa o iktidarın sandıkta kaybetmesi mukadderdir.
Ama ne yapalım ki Türkiye bildiğimiz anlamıyla normal bir demokrasi değil. Bu ülkede toplum hafızası demokrasiye ayarlı olmadığı için seçmen davranışları başka bir mekanizmaya göre işliyor. İdeolojik aidiyetler ve itaat kültürü öylesine güçlü ki ekonomik krizin altında ezilen insanlar oy tercihlerini ekmeğinin küçülmesi üzerinden değil, ‘lider kutsallığı’ üzerinden yapıyorlar.
Kabul etmek gerekiyor ki Sünni siyasal mirasımızın uzantısı olan itaat kültürü, bugün de toplumsal davranış kalıplarımızı tanzim etmeye devam ediyor. Zira biliyoruz ki neredeyse bütün İslam tarihi boyunca Sünni siyasi düşünce, toplumu siyasal katılımdan uzaklaştırarak otokrat sultanların karşısında boyun eğme anlayışının oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Oysa bu, kelimenin tam anlamıyla bir zihinsel sapmadır, ilk nesil Müslümanlarının yaşadığı o canlı Kur’an kültürünün ruhuna da aykırı bir durumdur. Çok açıktır ki bu “Ehli Sünnet (Ehli Hadis) tarafından, diktatör Emevi yönetimi tarafından halkı uyutup pasifleştirmek ve daha itaatkar hale getirmek üzere geliştirilmiş olan teslimiyet kültüründen besleniyordu.” (Ahmet el-Katip, Demokratik Hilafete Doğru, s.274)
Hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan itiraf etmek gerekirse bugün yaşadıklarımızı tarihsel mirasımızdan bağımsız olarak düşünmek maalesef mümkün değildir. Bugün itibariyle ülkeyi yöneten iktidar, ekonomi bilimine adeta savaş açtığı için tarihinde görülmemiş derin bir ekonomik kriz yaşıyor. Ancak iktidar yoksulluğa çare ürütememesine rağmen hiçbir sorumluluk hissetmiyor ve bu yoksulluğu bir kader, hatta fazilet olarak satmada çok başarılı bir performans sergiliyor.
Çarşıda, pazarda, markette öylesine yakıcı manzaralar yaşanıyor ki normal bir demokraside hiçbir iktidar bu fotoğrafın altından kalkamaz ve iktidar değişimi kaçınılmaz hale gelir. Bunun için zamlı hayata kısaca bakmakta yarar var: TÜİK’in resmi enflasyonu yüzde 61.14. ENAG’ın enflasyon rakamı ise yüzde 142.63. Ancak pazar enflasyonu yüzde 200.
-Tek bir domatesin fiyatı 8.86 lira, üç adet biber 2.50 lira, bir salatalık 2.50, lira olmuş.
-Ulaştırmada fiyat artışı bir yılda yüzde 99.12
-Eğitim harcamaları fiyatları bir yılda yüzde 26.73 artmış.
-Bir yılda elektrik ve doğalgaz üretim ve dağıtım fiyatı yüzde 228.94.
-Su fiyatı yüzde 42.34 oranında artmış.
-Sadece Mart ayında motorinde fiyat artışı yüzde 32.67, benzinde ise yüzde 24.41 olmuş.
Yaşanan bu manzarayı tek cümleyle ifade etmek gerekirse herhalde şöyle özetleyebiliriz: Tek millet, tek devlet, tek domates…
Hal böyleyken, araştırma şirketlerinin sonuçları, AK Parti iktidarının yüzde 30’ların altına düşmediğini gösteriyor. Doğal olarak ekonomistler, siyasi analistler bu durumu anlamlandırmakta zorluk çekiyorlar. Evet gerçekten de böylesine bir ekonomik yangın karşısında AK Parti’nin hala yüzde 30’larda seyretmesini anlamak mümkün değil.
İnsanlarla birebir konuştuğunuzda hemen hepsi yaşadıkları yoksulluktan ıstırap duyduklarını söylüyorlar. Buna rağmen, mevcut durumdan AK Parti’nin sorumlu olduğunu söylemeye de dilleri varmıyor. Öyle ki “Bu zamlar dış güçler yüzünden oluyor, bütün dünya Türkiye’ye karşı, ama Reis’in bir bildiği vardır” gibi bahaneler üreterek teselli bulmaya çalışıyorlar…
Maalesef yaşadığımız bu dramatik halin rasyonel bir izahı yok. Ancak unutmamak gerekiyor ki insanlar her gün daha da dayanılmaz hale gelen ekonomik kriz yüzünden domatesi, biberi, patlıcanı tane ile almaya devam ederlerse, bunun sandıkta mutlaka bir sonucu olacaktır.
Zira insanları sadece yoksulluk değil, ülkenin yaşadığı sıkıntılara rağmen üç-beş müteahhide aktarılan milyon dolarlar, siyasetçi-bürokrat tayfasına 4-5 yerden verilen ballı maaşlar, insanların gözlerinin içine baka baka “vur patlasın-çal oynasın” iftarları daha çok yaralıyor.
Dolayısıyla halkın sabrını daha fazla zorlamamak gerekiyor, öyle bir an gelir ki “lidere itaat” hurafeleri de çare olmayabilir…