‘Size güzel yemeyi ve güzel içmeyi’ vaat ediyorum
İktidara gelişinin ilk yılında Medine’ye ziyarete giden Muaviye minbere çıkıyor ve şu konuşmayı yapıyor: “Sizin başınıza geçmem, sevginizi kazanarak değil, şu kılıcımla sizi dize getirerek oldu. Gönlüm size karşı İbn Ebi Kuhafe’nin (Ebu bekir’in) ve Ömer’in yolundan gitmek istiyor. Ama bundan hiç hoşlanmadım. Osman gibi yürümek istiyorum, ama gönlüm bunu kabul etmedi. Hem bana, hem size yarar sağlayacak bir yol tuttum: Güzel yeme, güzel içme. Beni en iyiniz görmeseniz bile, ben sizi en iyi yönetecek kişiyim. Kılıcı olmayana kılıçla gitmeyeceğim. Sadece dilinizle söylediklerinize hiç aldırış etmem. Hakkınızın tamamını vermediğimi görürseniz, benden bir kısmını kabul edin. Benden size bir iyilik gelirse, onu benimseyin. Sakın fitne çıkarmayın.” (Muhammed el-Cabiri, Arap Siyasal Aklı, s.282)
Cabiri’nin de belirttiği gibi ilk dönem Müslüman Arap siyaseti üç belirleyici unsur tarafından şekillenmiştir, Kabile-Ganimet-Akide… Özellikle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminde ‘akide’ ön planda olmuş ve sahabe de genellikle bu noktada ittifak etmiştir. Ancak Medine’de yaptığı konuşmada da net olarak görüldüğü gibi Muaviye bambaşka bir söylemle ortaya çıkmış ve ‘akide’yi geri plana iterek, ganimete ve çıkara dayalı bir iktidar uygulamasına yönelmiştir.
Cabiri’nin ifadesiyle, Muaviye’nin yeme ve içme, yani ortaklığında değil, meyvelerinde, ganimette ‘ortaklık’a dayalı, siyasi bir sözleşme önerdiğini görüyoruz. Kuşkusuz Muaviye karizması güçlü bir siyasi lider, bu söylemleri de bir bakıma liberal bir ‘sözleşme’ niteliği taşıyor.
Bugün Müslüman dünyada yönetimlerin neden bir türlü demokratikleşemediğini, daha doğrusu neden Müslüman ülkelerde hala ganimete ve çıkara dayalı bir zihniyet yapısının hakim olduğunu anlayabilmek için geleneksel İslam siyaset yapılanmasının kodlarına bakmakta yarar var.
Maalesef Muaviye’nin yönetimi zorla gasp etmesiyle başlayan süreç, Hz. Ebubekir’den beri İslami yönetime meşruiyet kazandıran ‘şura’ prensibinin terk edilmesiyle sonuçlanmış ve doğal olarak Müslüman toplumlarda güçlü bir saltanat geleneği başlamıştır. Oysa “Kur’an’da da İslami davetin; bir devlet, bir krallık, bir imparatorluk kurmaya çağrı olduğunu açık bir şekilde ifade eden bir tek ayet bile yoktur.” (Muhammed Abid el-Cabiri, Yeniden Yapılanma, s.87)
Hal böyleyken Müslüman toplumlar belli dönemler hariç, Kur’an’ın açık adalet önerilerine rağmen, kurumsal bir hukuk sistemi inşa edemedikleri için saltanat yönetimlerinin despotik uygulamalarına bile rıza göstererek itaat etmek durumunda kalmışlardır.
İşte yüzyıllar içinde gelenekselleşen bu saltanatçı siyaset anlayışı, ne yazık ki günümüzün İslam ülkelerinde de bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Bu öylesine güçlü bir gelenek ki sadece iktidarları dokunulmaz kılmakla kalmıyor, Müslüman kitleleri de belli kutsallaştırılmış retoriklerle efsunlayarak dinin özünden uzaklaştırıyor.
Bugün neredeyse hemen bütün Müslüman ülkelerde iktidarlar, ne zaman ekonomik kriz yüzünden sıkıntıya düşseler, ne zaman adaletin terazisini bozsalar, ya “Hz. Ömer adaleti” gibi pırıltılı sloganlarla kitlelerin dini duygularına dokunarak onları teskin etmeye çalışırlar ya da “emperyalist güçler Müslümanları yok etmeye çalışıyor” benzeri hamasi söylemlerle bütün suçu ‘dış güçler’e yüklerler.
Kuşkusuz kökleri yüzyıllara dayanan ‘Muaviye tipi’ siyaset geleneğinin en büyük tahribatı Müslüman bireyler üzerinde olmuştur. Zira sürü psikolojisini besleyen bu politik despotizm, Müslüman toplumlardaki birey olma özelliğini engellediği gibi itiraz ve eleştiri kültürünü de yok etmiştir.
Kısacası günümüz Müslümanları da tıpkı Muaviye gibi ‘ganimet’ ve çıkarı esas alan bir zihniyete evrilmiş bulunuyorlar. Eğer makam ve rant dağıtımından paylarına düşeni almışlarsa, Kur’an’ın önerdiği hak/hukuk, adalet gibi değerlerden kolaylıkla vazgeçebilirler…
İşte bu yüzden, bugünün dindarları doğru ile yanlışı vicdan terazilerinde değerlendirme özelliğini kaybettiler.
Bu yüzden hukuksuzluklar, adaletsizlikler karşısında vicdanlarında en küçük bir sızı bile hissetmiyorlar.
Evlerinin önüne kadar taşan yolsuzluk, hırsızlık ve yalanlar konusunda Kur’an’ın açık hükmünü görmezden gelip faziletli dindarlık numarası yapmayı çok iyi biliyorlar.