Muhalefet siyasi körlüğü aşabilir mi?
14-28 Mayıs seçim sonuçları, bu sosyolojik gerçekliğin test edildiği en somut örneklerinden birisidir. Muhalefetin, son seçimlerde ortaya çıkan sonuçları doğru okumadan 2024’teki 31 Mart seçimlerinde başarılı olması mümkün değildir. Maalesef millet ittifakı özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde, 2019 yerel seçimlerinde başarısı teyit edilmiş modeli dikkate almadığı için 28 Mayıs mağlubiyeti kaçınılmaz olmuştur.
Neydi o model?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 2019 seçimlerinde Türkiye’nin sosyolojik gerçekliğine paralel olarak başta İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyükşehirlerde kor CHP’li adaylarla değil, toplumun farklı kesimlerini kucaklama kabiliyetine sahip adaylarla seçime gitmişti.
İşte 2019 seçimlerinde başarıyı getiren de bu model olmuştur ve bu modeli hayata geçiren de Kılıçdaroğlu’dur. Dolayısıyla 14-28 mayısta yapılması gereken de aynı modelin uygulanmasıydı. Ama ne hikmetse 2019 seçimlerindeki o modeli icat eden Kılıçdaroğlu, genel seçimlerde başarılı sonuçlar üreten kendi modelini tercih etmemiştir.
Oysa Türkiye’nin sosyolojik haritasına kabaca baktığımızda nüfusun yüzde 65-70’nin sağ, muhafazakar, milliyetçi ve islamcı, yüzde 30-35’lik bölümünün ise sol kitlelerden oluştuğunu rahatlıkla görmek mümkündür. Dolayısıyla siyasi başarı sağlamanın yolu da bu sosyolojik haritayı dikkate almakla mümkündür.
Hal böyleyken muhalefet liderlerinin ‘adaylık’ meselesini kendi aralarında neredeyse bir yıl boyunca bir gün bile dillendirmemiş olmaları, kelimenin tam anlamıyla siyasi bir körlüğün ve de vizyonsuzluğun göstergesidir.
Kuşkusuz geçmişi tekrar tekrar tartışmanın kaybedileni telafi etmeye bir faydası olmayacak. Ancak geleceği, yani 31 Mart seçimlerini kazanabilmek için, genel seçimlerin nasıl bir siyasi körlükle kaybedildiğini de unutmamak gerekiyor.
Başta CHP olmak üzere bütün muhalefet partilerinin, 28 Mayıs’tan almak zorunda oldukları dersle hafızalarını tazelemelerine şiddetle ihtiyaç var. Zira şu anda CHP’den yansıyan manzara hiç de ders alındığı yönünde bir görüntü arz etmiyor.
Daha da vahim olanı özellikle CHP elitlerinde bariz bir şekilde görülen “Biz cumhuriyetin kurucu partisiyiz, kazansak da kaybetsek de biz bu ülkenin güçlü partisi olmaya devam edeceğiz” şeklinde bir duygu yansıması var ki esas tehlike de bu…
Galiba CHP’nin kendi içinde ve de topluma yansıyan yüzünde modern anlamda bir değişimi sağlayamamasının en önemli engellerinden birisi ‘kurucu parti’ argümanı olsa gerek. Çünkü hem demokratik kuralları içselleştirmek hem de Türkiye’nin bütün renkleriyle içten bir duygudaşlık içinde siyaset yapmak oldukça zor bir iş ve büyük çaba gerektiriyor. İki satır ‘Altı ok hamaseti’ yapıp kitleleri heyecanlandırmak varken, böylesine zahmetli işlerle kim uğraşacak ki…
Denebilir ki AK Parti ve Tayyip Erdoğan da aynı şeyleri yapıyor ama başarılı oluyor. Evet AK Parti de ‘şanlı tarih’, ezan bayrak hamaseti yapmada çok başarılı. Buna itiraz etmek elbette mümkün değil, ama burada unutulmaması gereken önemli bir ayrıntı var, Tayyip Erdoğan faktörü…
Türkiye iyi yönetilemediği için büyük kitlelerin ekonomik krizin altında ezildiği, hukukta, eğitimde, tarımda ülkenin her geçen gün değer kaybettiği konusunda Erdoğan’ı eleştirebilirsiniz ama bir gerçek var ki o bir siyaset ustası. En küçük bir ayrıntıyı bile ihmal etmeden siyaset yapar ve günün onunda kendi başarı hikayesini yazar. Türkiye’nin sosyolojik haritasını satır aralarına kadar ince bir okumaya tabi tuttuğu için kimin ne istediğini bilir. Büyük kitlelere asgari ücret zammı verir, memurun, emeklinin beklentilerini karşılar, şimdilik emeklileri unutmuş gibi gözükse de seçime yakın onlara da zam verir, Ayasofya isteyenlere Ayasofya, cami isteyenlere cami verir. Bu konuda yapılan siyasi ahlak eleştirilerine de asla kulak asmaz.
Galiba muhalefet partilerimiz toplumu yeterince tanımıyor. Toplumun ekonomide, hukukta, eğitimde, tarımda yaşanan krizin farkında olduğu varsayımına dayanarak çok kapsamlı değerlendirmeler yapıyorlar ama öyle bir toplum yok. İnsanlar öyle dolambaçlı analizlere itibar etmeden, günlük hayatlarından çıkarak son derece basit ve net tercihler yapıyorlar.
Hal böyleyken bu ülkeye başka bir gezegenden seçmen kitleleri getirilemeyeceğine göre, muhalefet partileri de bu sosyolojik gerçekliğe göre siyaset üretmek zorundadırlar, gerisi hikaye…