‘Lider ülke’ hikayesi böyle mi yazılıyor?
Osmanlı 16. Yüzyılın sonuna kadar hemen her alanda dünyanın güçlü ülkelerinden birisiydi. Özellikle de Avrupa ülkelerinin çok ilerisinde bir konumda bulunuyordu. Taha Akyol “Türkiye’nin Hukuk Serüveni” kitabında Osmanlı adalet sisteminin çağının en üstünü olduğunu (s.109) söyler. Aynı şekilde Doğan Avcıoğlu da “Türkler’in Tarihi”nde, Osmanlı yargısının çağının en ilerisi olduğunun altını çizer.
Ama sonrasında Osmanlı, Rönesans ve Aydınlanma dönemiyle, sanayi devrimini ıskaladığı için yeni dünyanın gerçekliğine ayak uyduramamış ve tekerlek geriye doğru dönmeye başlamıştır. Ama biz millet olarak o ‘büyük Osmanlı’ döneminden bir türlü bugüne gelemedik. Yıllarca bıkmadan, usanmadan hamaset üretmeyi sürdürdük, bugün de aynı minval üzere devam ediyoruz.
Osmanlı’nın nihayete ermesinden sonra yeni kurulan Cumhuriyet aslında bir imkandı, o dönemde aklın ve bilimin inşası için hatırı sayılır adımlar da atıldı elbette. Ancak yeni rejimin “muasır medeniyet” söylemlerine rağmen, uygulamada ortaya çıkan bazı ideolojik dayatmalar, Türkiye’nin gerçek anlamda muasır dünya ile buluşmasını geciktirmiştir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki şartlar dikkate alındığında bazı uygulamaları tolere etmek mümkün. Ama Cumhuriyet dönemi siyasi tarihimizin neredeyse tamamında ‘ideolojik hastalıklar’ peşimizi bırakmamış, demokrasi ve hukuk alanındaki niyetlerimiz ya da adımlarımız hep kesintiye uğramıştır.
Maalesef bugün geldiğimiz noktada da çok fazla değişen bir şey yok. “Büyük devlet-lider ülke” ya da “Şanlı tarih” masallarıyla hamaset üretmede hiçbir eksiğimiz yok. Kendi kendimize propaganda yaparken iyiyiz ama dünyanın gerçekleri bize başka bir hikaye anlatıyor.
Mesela şu anda Türkiye 2021 yılı verilerine göre ‘Hukukun Üstünlüğü Endeksi’de 139 ülke arasında 117. Sırada yer alıyor. Yine 165 ülkenin karşılaştırıldığı “Özgürlük Endeksi”nde ise 139. Sırada yer alan Türkiye Vietnam, Cibuti ve Gine gibi ülkelerin biraz altında yer alıyor.
Mesela şu günlerde başka bir utanç yaşıyoruz, o da şu; Avrupa Birliği ülkeleri ve Schengen bölgelerine giriş için gerekli olan vizeler konusunda Türkiye’ye karşı adeta bir ‘vize duvarı’ örmüş bulunuyorlar. Geçtiğimiz günlerde KARAR’da “Böyle rezalet görülmedi” başlığı ile verilen manşet haberde, AB başkentlerinin Türkiye’den gelen Schengen taleplerinin yüzde 16’sını geri çevirdiğini belirtiliyor. Haberdeki verilere göre Almanya, 2016’da Türkiye’den gelen başvuruların yüzde 6.7’sini geri çevirirken bu oran geçen yıl 22’ye ulaştı. Fransa’da oran yüzde 3’ten 13’e çıktı. Vize sürelerinin her yıl kısaldığı da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi raporuna girdi. Ayrıca vize başvuru ücretlerinin de astronomik rakamlara ulaştığı bir gerçek.
Hal böyleyken Türkiye’de iktidar, o bildiğimiz “Biz lider ülkeyiz, Avrupa Türkiye’yi çekemiyor ve bizi kıskanıyor” şeklindeki ezberlerini tekrarlamaya devam ediyor. Oysa Türkiye’nin hali son derece açık ve net… Hukukun üstünlüğünde ve özgürlüklerde Zambiya ligindeyiz ve herkesin güvenle bakabileceği bir ‘hukuk devleti’ olma arzusu da ortalarda gözükmüyor.
Doğal olarak böyle bir Türkiye fotoğrafıyla kimseye ‘güven’ veremediğimiz için hiçbir yabancı yatırımcı kapımızı çalmıyor, tefeciler dışında ciddi finans kuruluşlarından kredi bulamıyoruz. Daha da vahim olanı, dünyada üçüncü sınıf ülkeler hariç hiçbir ülkenin vatandaşlarına uygulanmayan ‘aşağılayıcı’ bir vize muamelesine muhatap oluyoruz, açıkçası gizli bir yaptırımla karşı karşıyayız.
Her ne kadar Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu “Biz burada kasıt görüyoruz” dese de Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportöre Nacho Sanchez Amor, Türkiye’nin Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde gerekli 72 kıstastan sadece altısının kaldığının altını çizerek konunun iktidara sorulması gerektiğini söyledi. Amor’un Avrupa Komisyonu’nun Ekim ayında çıkacak olan raporuyla ilgili çok daha ciddi uyarıları var, o ifadeler aynen şöyle: “Maalesef her gün insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda çok üzücü haberler alıyoruz. Sürekli Türk yetkililere sadece yasal çerçeveyi değil, uygulamaları da AB standartlarına getirme çağrısı yapmaktan memnun değilim. AB bir demokrasiler kulübü. Burası ticari veya askeri bir kuruluş değil. AB, ortak değerler ve ortak demokratik uygulamalar üzerine kuruludur.”
Öyle anlaşılıyor ki Türkiye evrensel hukuk değerlerini yok sayarak, Osman Kavala davasında olduğu gibi AİHM’nin “derhal serbest bırakın” kararına meydan okumaya, konserleri, şarkıları yasaklamaya devam ettiği müddetçe önümüzdeki dönemlerde de ‘vize duvarı’ benzeri yaptırımlarla karşılaşması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Bu arada, ABD ve Avnupa’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımları deldiğimiz yönündeki iddialar bağlamında yeni bir fırtınaya yakalanabiliriz.