Keşke AK Parti hikâyesinin sonu böyle olmasaydı...
2023 seçimleri için siyaset renklenmeye başlarken, AK Parti geçmiş seçimlerde kendisi açısından pek örneği bulunmayan ve de topluma tepeden bakan garip haller sergiliyor.
Oysa AK Parti bundan önce girdiği bütün seçimlerde göğsünü gere gere yaptığı icraatları anlatır, her kademede toplumla aynı gönül hizasında durur ve asla popülizme kapı aralamazdı. Ancak AK Parti bildiğimiz o parti değil artık… Gün geçmiyor ki bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları ya da il başkanları toplumun yaşadığı fukaralıkla adeta alay edercesine üst perdeden konuşmakta bir beis görmüyorlar.
Biliyorum ki bu tür eleştirileri dillendirmek AK Partili yöneticilerin canını sıkıyor. Oysa bu eleştiriler bir düşmanlık değil, tam tersine AK Parti’ye yola çıkarken kendine hedef olarak ortaya koyduğu ilkelerini hatırlatmaktan ibarettir. “70 milyonu kucaklama”, “hukukun üstünlüğü”, “bağımsız ve tarafsız yargı”, “yolsuzluk ve yoksullukla mücadele”, “demokratik şeffaf yönetim”, “temel hak ve özgürlükler konusunda toplumun farklı kesimlerinin sorunlarına ve taleplerine duyarlı” olmak gibi hedeflerini hatırlatmanın neresi düşmanlık olabilir ki…
Ama ne yazık ki AK Parti kendi ilkelerinden bile rahatsız olur duruma gelmiş bulunuyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, son üç yıllık arşivleri taradığımızda bile AK Parti yöneticilerinin söylemleri şöyle bir manzarayı ortaya çıkarıyor:
-Minicik, minicik zamlar bundan rahatsız olmaya gerek yok.
-Bir iki kilo et yiyeceğime bir kilo et yerim.
-Pahalılıktan şikayet edenlere: “Maalesef bazı kesimlerde bir şükürsüzlük, tatminsizlik hali aldı gidiyor.”
-Kuru ekmek yiyorlarsa o zaman aç değiller demek…
-‘Bizi mahvettiniz’ diyen köylüye: Cebindeki telefonu kaça aldın?
-TOKİ konutlarındaki duşakabinden şikayet eden vatandaşa: Senin önceki evinde duşakabin mi vardı?
-2023, Çanakkale köprüsünü polemik konusu yapan dangalakların seçimi olacak…
Esas itibariyle AK Partili yöneticilerin yaptığı bu tür açıklamalardan özellikle ve bizzat AK Parti’nin rahatsız olması gerekiyor. Çünkü bütün bu açıklamalar, doğrudan partiyle millet arasındaki gönül köprüsünü yıkan ve topluma yabancılaşan bir zihniyet kırılmasının ürünüdür.
Keşke AK Parti toplumla inatlaşmak yerine, geçmişte her seçimden başarı ile çıktığı yıllara dikkatlice bakabilse… Eminim ki o yıllarda toplumu kutuplaştıran, milletin neredeyse yarısını “illet-zillet” diye ikiye ayıran bir dile asla tevessül etmediğini görecektir. Ama ne yazık ki AK Parti artık başarılarıyla değil, başarısızlarıyla övünür hale gelmiş bulunuyor.
Ancak hemen hatırlatmakta yarar var; bugün AK Parti’ye yönelik eleştiriler yaparken hakkaniyetli olmayı da elden bırakmamak gerekiyor. Evet AK Parti iktidarı bugün iyi şeyler yapmıyor. Kendi iktidarının 2011’e kadar olan yıllarını bile aratacak tarifi imkansız bir ekonomik kriz yaşatıyor, hukukta, özgürlüklerde, insan haklarında önemli başarıların altına imza atmasına rağmen, bugün adaletsizliğin zirve yaptığı bir yönetim anlayışı sergiliyor.
Ama bütün bunlar AK Parti iktidarının geçmişte iyi icraatlar yapmadığı anlamına gelmiyor. Maalesef bu ülkedeki “ideolojik mahalle” tarafgirliği, iktidar üzerinden bütün bir “dindar-muhafakar” kesime yönelik düşmanlık üreten bir zihniyeti körüklüyor ki bu kelimenin tam anlamıyla kirli bir rövanşizm duygusudur. Toplumsal barışı zedeleyen esas tehlike de ne yazık ki bu duygu kirlenmesidir.
Maalesef bu toplumun kadim hastalığı rövanşizmdir… İşte bugün AK Parti tam da bu Ortodoks sol zihniyetin karşıt bir versiyonunu sergiliyor ve kendisi dışındaki herkesi düşmanlaştırıyor. Dramatik bir durum ama, rövanşizmi körükleme ve düşmanlaştırma konusunda Ortodoks Sol’la Ortodoks İslamcıların adeta yarış içinde olmaları bu ülkedeki barışı zedeleyen en ciddi tehlike olmaya devam ediyor.
Eğer bu “ideolojik mahalle”ye dayalı zihniyet yapısı böyle devam ederse, korkarım “siyasi rövansizm” hastalığından asla kurtulamayacağız.