İktidarları dış güçler mi belirler?
Malum son günlerde, AK Parti trenine kaçak olarak binen bir zatın “AK Parti Amerika’nın desteği ile iktidar oldu” şeklindeki suçlamaları epey bir süredir Türk siyasetine musallat olan “dış güç paranoyası”nı yeniden alevlendirmiş bulunuyor.
Aslında siyasi tarihimize baktığımızda bu paranoya meselesinin sadece bugün değil, geçmiş dönemlerde de oldukça kullanışlı bir argüman olduğunu görmek mümkün. Ne zaman rövanşizim üzerinden siyasi mücadele yürütülmüşse, iktidarla muhalefet arasında “dış güçlerin ajanı”, “5. Kol faaliyeti” gibi suçlamalar adeta havada uçuşmuştur.
Türkiye siyasetinin bu kadim hastalığı konusunda bir ibret vesikası niteliği taşıyan DP-CHP arasında yaşanan şu örneği aktarmakta yarar var: “Eisenhower’in müşavirlerinden birinin Türkiye’yi ziyaret ettiği bir dönemde CHP hükümeti eleştiren bir bildiri yayınlayınca, DP, muhalefetin ‘memleketin yüksek menfaatlerini bir ihtiras uğruna ayaklar altına’ aldığından söz ederek sert bir cevap vermiş, Menderes de partiyi (CHP’yi) jurnalcilik, milli menfaatleri kundaklamak,, casusluk gibi son derece ağır ifadelerle suçlamıştır.” (Tanel Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı, s.160)
Çok partili hayata geçtiğimiz yıllarda yaşanan bu olayların, bugün de siyasi hayatımızda sayısız örneklerini görmek mümkün. Hatırlayalım; ABD Başkanı Biden’ın aday olduğu günlerde Türkiye’deki muhalefetle ilgili yakışıksız ifadeleri gerek muhalefet, gerekse iktidar temsilcileri tarafından “Cahilce yapılmış bir açıklama”, “kibir ve iki yüzlülük” olarak değerlendirilmiş ve sonrasında iktidar tarafından muhalefete karşı bir silah olarak kullanılmıştı.
Şimdi devran döndü, bu kez bizzat AK Parti içinde yer alan ve de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen bir zat, AK Parti’nin ABD’nin desteği ile iktidar olduğu gibi haddi aşan ifadeler kullandı.
Hemen belirtelim; Türkiye’de iktidarları Amerika dahil hiçbir ülke değil, sadece halk belirler. Teorik olarak bu görüş doğru olmakla birlikte, zaman zaman gerek Amerika, gerekse Avrupa başkentlerinde Türkiye’deki bazı siyasi partilere demokratik anlamda sempatiyle bakıldığı da bir gerçektir. Bu sempati bazen mevcut iktidara, bazen de muhalefete yönelik olabilir.
Nitekim 10 Aralık 2002’de ABD Başkanı George V. Bush, Tayyip Erdoğan’ı daha başbakan değilken “AKP Genel Başkanı” sıfatı ile kabul ederek o güne kadar pek örneği bulunmayan bir ilgi ve alaka göstermiştir.
Aynı şekilde çeşitli Avrupa başkentlerinde de AK Parti Türkiye için bir demokratikleşme örneği olarak görülmüş ve belki de hiçbir iktidara nasip olmayan bir sempatiye mazhar olmuştur.
Hal böyleyken, farklı zamanlarda gerek muhalefet, gerekse iktidar partilerine yönelik ABD ve Avrupa ülkelerinden gelen teşvik niteliğindeki açıklamaları “dış güç paranoyası” ile değerlendirmek kesinlikle hakkaniyetli bir yaklaşım değildir.
Ama ne yazık ki Türkiye’de iktidarlar güçlerini tahkim ederken muhalefeti bertaraf etmek için her yolu mubah görmekte, hatta onları dış güçlerin içerideki uzantısı olarak ötekileştirmekte bir beis görmemektedirler. Düşünün ki bu ülkede muhalefetin oluşturduğu 6’lı masayı ‘Atlantikçi emperyalistler’in kurduğu bile söylenebilmiştir.
Ama kaderin cilvesine bakın ki “Dış güç paranoyası”nı icat eden ve özellikle de muhalefete karşı kullanma geleneğini başlatan iktidar, şimdi kendi icat ettiği bu paranoyanın hedefi haline getirilmiş bulunuyor, hem de kendi adamları tarafından…
İşte tam da bu yüzden, Türk siyasetini bu ayrıştırıcı ve kıyıcı siyaset dilinden kurtarmak bir zaruret haline gelmiş bulunmaktadır.
Maalesef Türkiye gibi henüz demokrasi kültürünü içselleştirememiş toplumlarda, iktidar ve muhalefetin birbirlerini “dış güçlerin ajanı” gibi yıkıcı bir dille suçlaması her zaman müşteri bulabilmektedir.
Bildiğimiz kadarıyla Avrupa demokrasilerinde Putin gibi despotik liderlere hayranlık duyan bazı faşist partiler hariç, demokratik değerlere inanan partilerin birbirlerini Amerikan ajanlığı ile suçlamak gibi absürt düşünceler akıllarına gelmez.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’de iktidarları dış güçler belirlemeyecek belki ama bu zehirli siyaset dilinin müşterileri artmaya devam ettikçe normalleşmek de epey bir zaman alacak gibi görünüyor…