Güvenilmez ülke olmanın mahcubiyeti
Bundan on yıl önce AK Parti ve ‘reform’ kelimeleri birlikte kullanıldığında bir anlam ifade ediyordu. Çünkü bu ilk dönemde hem ekonomik rasyonaliteye itibar edilerek ülkenin refah standartlarını arttırmak için önemli adımlar atılmış hem de AB’ye tam üyelik sürecinde reform niteliğinde yasal düzenlemeler yapılmıştı.
Toplumun önemli bir kesimi, artık eski günlere dönülmeyeceğine, hukuk ve demokratik kriterler konusunda Türkiye’nin yeni bir döneme adım attığına inanıyordu. Kısacası hep birlikte makus talihimizi yenmek üzere olduğumuza inanmaya başlamıştık.
Şimdi yaşayarak görüyoruz ki erken sevinmişiz, meğer daha çekecek çok çilemiz varmış… Öyle ki zaman zaman adeta kendi kendimize fısıldayarak “28 Şubat günlerini bile aratacak talihsiz bir dönemi yaşıyoruz” demek zorunda kalıyoruz.
Eğer o günlerde birileri, AK Parti iktidarının ekonomiden hukuka, dış politikadan eğitime kadar her alanda Türkiye’ye büyük kayıplar yaşatacak bir iktidara dönüşeceğini söyleseydi herhalde asla inanmazdık. Ama bugün nereden bakarsak bakalım, hep birlikte güvenilmez ülke olmanın mahcubiyetini yaşıyoruz.
Aslında AK Parti bugün de hukuk, demokrasi, reform, hatta ‘sivil anayasa’ söylemlerini dillendiriyor ama ne yazık ki bunların hiçbirisi artık toplum nezdinde AK Parti’ye dönük bir ‘güven’ duygusu yaratmıyor. Ses var ama görüntü yok yani…
-Çünkü AK Parti’nin son on yılında, Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi yargının üzerindeki siyaset gölgesi ağırlaştı, Anayasa Mahkemesi’nin kararları yok sayıldı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına meydan okundu, hukukun üstünlüğü, liyakat ve şeffaflık yerle bir oldu.
-Neredeyse bütün kurumlar ağır hasar aldı, devlet iş yapma kabiliyetini kaybetti.
-Özellikle son beş yılda herkese parmak sallayan dış politikadaki nobran üslup yüzünden, başta Filistin olmak üzere bölgemizdeki hiçbir problemin çözümünde kimse bizimle aynı masada oturmaya yanaşmadı, hala da yanaşmıyor.
-Hiçbir kitapta yer almayan ‘nas politikaları’ yüzünden ekonomide öylesine büyük hasar oluştu ki Mehmet Şimşek, hukuki alanda yaşanan facialara rağmen ekonomiye biraz olsun nefes aldırmaya çalışıyor.
AK Parti şimdi 31 Mart mağlubiyetinin ardından, gelmekte olan tehlikeyi biraz olsun fark ederek ‘yumuşama- normalleşme’ söylemlerini dillendiriyor ama adeta gelenek haline getirdiği hukuku yorma politikalarından da bir türlü vazgeçemiyor. Dahası, millet iradesini baypas ederek seçilmiş belediye başkanının yerine kayyım atamakta bir beis görmüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan Hakkari’nin ilk adım olduğunu belirterek, kayyım atamaya devam edeceklerini söyledi.
Hasılı hukukun, özgürlüklerin, liyakatin rafa kaldırıldığı ve de kimsenin ‘güven’ duymadığı bir ülke yaratan iktidar, muhtemelen yolun sonuna geldiğini gördüğü için demokratik dünyaya normalleşme fotoğrafı sunmaya çalışıyor. Ama bunu da başardığı pek söylenemez.
Kuşkusuz bunca mahcubiyetten sonra, ‘sivil anayasa’ ve ‘reform’ adımlarından bir sonuç çıkar mı, dahası AK Parti başında adeta ‘kayyım’ gibi bekleyen MHP’ye rağmen bir değişim iradesi gösterebilir mi doğrusu bundan çok emin değilim. Açıkçası her adımını MHP’ye danışarak atan bir AK Parti için bu engelleri aşmak hiç de kolay değil.
Ama şu bir gerçek ki hukukta, ekonomide bu kadar ağır hasar yaşayan Türkiye’nin bu haliyle yoluna devam etmesi pek mümkün görünmüyor.
Hal böyleyken, bugün nasıl ekonomide atılan rasyonel adımları yeterli bulmasak da “Türkiye’nin buna ihtiyacı var, en azından ekonomiye nefes aldırıyor” diyerek onaylamak durumunda kalıyorsak, büyük beklentiler içine girmesek de hukukta ve demokratikleşmede iyileşme yönünde atılma ihtimali bulunan en küçük adıma bile umut bağlamak durumundayız.
Belki de günün sonunda yine büyük hayal kırıklıkları yaşayacağız, iktidar her zaman olduğu gibi hukuku, demokratik değerleri görmezden gelerek küçük ortağının da telkinleriyle o hiç yabancısı olmadığımız ‘yasakçı’ hikayeyi yazmaya devam edecek.
Eğer AK Parti gerçekten bir reform adımı atmak istiyorsa, öncelikle ciddi bir hasar-tespit çalışması yapmak zorundadır. Bu reform adımının ilk sırasına da Türkiye’yi derin bir yönetim krizine sürükleyen müthiş icadımız(!) alaturka sistemi koymalıdır. Bugün itibariyle parlamenter sisteme dönmek çok cazip bir fikir olmayabilir, ama en azından deve mi kuş mu olduğu belli olmayan bu ucube sistemi tamir ederek, biraz olsun başkanlık sistemine benzetebiliriz belki…