Adalet adliye duvarlarında asılı kalırsa…
Bir ülkede hukuk işlemez, kurumlar yok olursa orada işlerin nereye gideceğini kimse bilemez. Yaşayarak görüyoruz ki Türkiye hukuk devleti nosyonunu kaybettikçe her gün tarifi imkansız acılar yaşıyoruz ve tek yapabildiğimiz, göz göre göre gelen felaketlerin ardından ağıtlar yakmak…
Bugün, Bartın’da yaşanan maden faciasında hayatını kaybeden 41 işçimiz için içimiz yanıyor, onlara rahmet diliyoruz. Ama ne yazık ki bu feryatlar ve ağıtlar, hatta iktidarın ve bilumum siyaset erbabının yüreklere dokunan demeçleri ihmaller sonucu sürekli tekrarlanan bu acıları bitirmeye yetmiyor.
Çünkü Türkiye aklı, bilimi ve liyakati kaybettiği için hiçbir alanda sorunlarına rasyonel çözümler üretemiyor. Bu yüzden de her faciayı ‘kader’e bağlayıp, bütün sorumluluklarımızı Allah’a havale ederek derin bir nefes alıyoruz, sonra da hayatını kaybedenlerin şehitlik makamına eriştiklerini söyleyip, “Rabbim sen bize de bu izde yürümeyi nasıp et” diyerek bir sonraki felakete kadar rahat ediyoruz.
Bu arada geçmişteki felaketlerde ihmali olduğu gerekçesiyle suçlanan, hatta ceza alan liyakatsiz yöneticileri terfi ettirmeyi de ihmal etmiyoruz.
T24’de Yalçın Doğan yazdı, 2013’te Kozlu maden ocağındaki patlamada sekiz işçinin hayatını kaybettiği Kozlu Müessese Müdürü Kazım Eroğlu isimli bir maden mühendisi. Eroğlu patlamada sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle yargılanıyor, tali kusurlu bulunuyor ve dört yıl hapis cezası alıyor, ceza önce üç yıl dört aya indiriliyor, ardından para cezasına çevriliyor. İşte o müdür şimdi 41 işçimizin hayatını kaybettiği Amasra’daki maden ocağının bağlı bulunduğu TTK’nın Genel Müdürü!
Bugün yaşadığımız acıları, 301 madencimizi kaybettiğimiz Soma’da daha derin bir şekilde yaşamıştık.
Peki o facianın sonuçlarını bugün hatırlayan var mı?
Elbette yok, çünkü Soma’da facianın sorumlusu olarak yargılananların tamamı serbest ve şimdi ellerini, kollarını sallayarak ortalarda dolaşıyorlar. Kuşkusuz Soma davasının yargısal süreçlerinin nasıl işlediğini, neler yaşandığını bir gün tarih mutlaka yazacaktır. Aslında o günlerde siyasetin kimlerle cilveleştiğini, telaşla neler yapıldığını gelecekte mutlaka öğreneceğiz. Ama ne yazık ki bütün bunları bilmek, giden canları asla geri getirmiyor…
Soma Davası’nda karar açıklandığında madenci ailelerin şu feryadı, içine düştüğümüz çukuru çok veciz bir şekilde anlatıyor: “Adalet adliye duvarlarında asılı kaldı.”
Hatırlayalım, Soma’da yargılama sürecinin başında dönemin HSYK’sı davaya son derece tecrübeli hakimler atamış ve süreç hukuksal anlamda doğru bir zeminde ilerliyordu. Ancak sonrasında, biz fanilerin aklının pek eremeyeceği nasıl bir mekanizma işlediyse hakim değişikliği yapılarak bugünkü sonuç ortaya çıkmıştır.
Dün Soma mağdurları adalet arıyordu, bugün de Amasra’da eşlerini, çocuklarını, babalarını, kardeşlerini, yakınlarını kaybeden insanlar hukukun işlemesini bekliyor. Şimdi ülkeyi yönetenler dahil herkesin, Amasra’da canlarını kaybeden insanların şu feryadını vicdanında tekrar tekrar muhasebe etmesinde yarar var. Grizu patlaması sırasında, maden işçileri Soner Ak ve İzzet Ak kardeşler de ölüm ocağındaydı. Soner öldü, İzzet ise yaşam savaşı veriyor. Soner Ak’ın eşi Özge Ak ocağın durumunu anlattı: Eşim ‘Gaz kokusu çok var’ diyordu, ‘ama yapacak bir şey yok’ diyordu. Şef, ‘Bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil’ demiş. Hep birlikte yüksek sesle sormak zorundayız: Adalet buralara bugün gelmeyecekse ne zaman gelecek:
Artık şunu çok iyi biliyoruz, yaşanan Çorlu tren kazası ve Soma dahil açılan bütün davaların sonuçlarına baktığımızda, adaletin gerçek anlamda tecelli ettiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil. Bu yüzdendir ki toplumda adalete olan güven her geçen gün daha da azalıyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan da yargıya güvenin kaybolmasından vicdanen rahatsız olmuş olmalı ki bu konuda ciddi uyarılarda bulunuyor. AYM’ye atanan yeni üye Muhterem İnce için düzenlenen yemin töreninde konuşan Başkan Zühtü Arslan’ın şu ifadeleri nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumu net bir şekilde ortaya koyuyor: “Yargıya yönelik güven ve inancın sarsılması bir demokratik hukuk devletinin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir. Bu nedenle hukukun üstünlüğü anlayışı yargının bağımsızlığını halel getirecek, tarafsızlığı konusunda toplumu şüpheye düşürecek, her türlü tavır ve davranıştan kaçınmayı gerektirmektedir.”
Eğer bu ülkede hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistemi inşa edemezsek, adalete olan güveni asla sağlayamayacağımız gibi insanların yarın endişesini de ortadan kaldıramayız.