Kemal Kılıçdaroğlu niçin seçilmelidir
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçince ve ilk seçimde hem Cumhurbaşkanlığını hem de meclis çoğunluğunu Cumhur İttifakı kazanınca, iyi kötü işleyen “erkler ayrılığı” sistemi ilga edilip “erkler birliği” anlamına gelen otoriteryen bir yönetim inşa edildi.
Önceki yazılarda Ak Parti’nin, bu seçimi de kazanması durumunda hem Ak Parti’nin hem de ülkenin zarar görebileceğini ima etmiş ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini hem zaruret olarak değerlendirmiş hem de caizdir demiştik.
Bir siyasi sistemde yönetme yetkisinin A şahsından alınıp B şahsına verilmesiyle, ülkede demokratik bir dönüşüm yaşanmayacağını elbette biliyorum.
Fakat Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması durumunda, mevcut otoriteryen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine rağmen, erkler ayrılığının talep ve ima ettiği her şey fazlasıyla gerçekleşmiş olacak.
Belki de “beklenmedik ve umulmadık” bir yan yarar olarak, parlamenter sistemi de aşan bir erkler ayrılığı düzeni oluşabilir.
Bazı örnekler:
Cumhurbaşkanı, artık ülkeyi kararnamelerle yönetemeyecek çünkü TBMM’de çoğunluk Cumhur İttifakına geçmiştir. Cumhur İttifakı, içeriğini beğenmeyeceği her hangi bir kararnameye, aynı içeriğe sahip bir kanunla cevap verecek ve o kararname iptal edilecektir.
Anayasaya göre kanunlar, hiyerarşik olarak kararnamelerden önce geldiği için ve kanunların yürürlükte olduğu konularda Cumhurbaşkanı kararname yayınlayamaz.
Bu veriler altında “kararnamelerle yönetim” dönemi sona erecek ve yasalarla yönetim dönemine dönülecektir.
Böyle olunca da hükümet, önemli her konuda, mutlaka Cumhur İttifakının rızasını aramak zorunda kalacaktır. Mesela emeklilere 15.000 TL Bayram İkramiyesi ödemek için kanun gerekiyor ve Millet İttifakının kanun çıkaracak gücü yok.
SAĞCI TBMM SOLA GEÇİT VERMEZ
Yapılan hesaplamalara göre Meclis’teki 600 Milletvekilin 404’ü “sağ görüşlü” diyebileceğimiz milletvekillerinden oluşuyor.
Hükümetin bu 404 milletvekilini kızdıracak hiçbir icraatı olamaz.
Kemal Kılıçdaroğlu seçimi kazanır ve kazara, Yeşil Sol Parti’ye veya kendi içindeki aşırı sol kesimlere yanaşırsa, Cumhur İttifakı üyesi partilerden önce Millet İttifakı üyesi partiler ona itiraz edeceklerdir.
Bu 404 milletvekili isterlerse bir araya gelip, Anayasa’yı bile değiştirebilirler. Hatta “Referandum”a gitmek kaydıyla 360 milletvekili bile yeterlidir.
Bir diğer konu da erken seçim olabilir. Meclisin beşte üçü olan 360 üye dilediği zaman meclisi feshedip, ülkeyi, hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği genel seçimlerine götürebilir.
Yani Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse icraat yapma hakkı (yürütme erki) Millet İttifakının ve yasama yapma gücü (yasama erki) Cumhur İttifakının elinde olacağı için, hükümet, adeta bir “milli mutabakat hükümeti” gibi davranmak mecburiyetinde kalacaktır.
Her kanunun, bütün partilerin rızasıyla çıkmasının gereği ve yararı kısa sürede anlaşılacağından, çıkan her kanun, adeta bütün halkın ortak iradesiyle çıkmış bir kanun gibi kapsayıcı olacaktır.
Öyle bir yönetim sistemi oluşacak ki her karar ya herkesin yararına ya da hiç kimsenin zararına olmayacaktır. Kimsenin kimseden daha güçlü, öncelikli ve imtiyazlı olamadığı bir düzen, dönemi yaşanabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun hem başkanlığı kazandığı ve TBMM’de de çoğunluğu sağladığı bir ortam olması halinde, “güçler birliği” oluşacağı için, benim, Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemem mümkün olmazdı.
Fakat şimdi konjonktürün (toplu durum) sağladığı bir “dönemsellik imkânı” var. Meclis çoğunluğu (yasama erki) bir ittifakta ve Başkanlık(yürütme erki) başka ittifakta olunca, kimsenin kimseyi ezemeyeceği bir ortamın oluşması mümkün olabilir.
ATAMALAR VE LİYAKAT
Bugün Türkiye’de on binlerce kamu yöneticisi kişiyi ya Sayın Erdoğan bizzat atamıştır ya da seçtirmiştir.
Bu üst düzey yöneticilerden bazılarının görev süresi dolunca, Kemal Kılıçdaroğlu bunların yerine yeni atamalar yapacaktır.
Muhtemelen bu atamalara da meclisin çoğunluğu, yani cumhur ittifakı müdahale edecek ve hükümeti, atamalarda eşitlikçi ve hakkaniyetli standartlar geliştirmesi konusunda sıkıştıracaktır.
Mesela, “objektif liyakat standartları” geliştirilmesini isteyebilir.
Öyle standartlar geliştirilebilir ki, bir kamu görevlisinin hangi makama, ne zaman gelebileceği, beş on yıl öncesinden herkes tarafından bilinebilir, olsun.
DSP, ANAP ve MHP koalisyonu döneminde Kamu Personeli Seçme sınavı ihdas edilerek, tarafsız ve başarıya dayalı bir sistem kurulmuştu. Bu sayede kamu kurumları cazibelerine göre, liyakatli çalışanlara sahip olabildi. Tarafgir mülakatlar bile bu sistemi tam olarak çökertemedi.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi demek aslında “ülkenin bir koalisyon tarafından yönetilmesi” anlamına da gelir. CHP, İYİ Parti, Gelecek, DEVA, Demokrat ve Saadet Partilerinden oluşan bir koalisyon.
Bu koalisyonun, TCMB, BDDK, İhale Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Gelir İdaresi Başkanlığı vs. gibi kurumları, özerkleştirip bağımsızlıklarının tesis edeceği ve liyakate göre atama yapacağına dair vaatleri var.
Sözlerini tutarlarsa, siyasilerin, ekonomiye müdahaleleri önemsiz bir seviyeye düşer ve ekonomi, profesyonel ve liyakatli kadrolar tarafından yönetilir.
Çünkü TCMB’ye liyakatli kişiler atanırsa para politikası, küresel bir kaliteye kavuşur.
Zaten kurum olarak çok başarılı olan BDDK yönetimi, finansal sistemin sıhhatini gözetecek politikalarda biraz daha derinleşir.
İhalelere objektiflik ve şeffaflık gelir. Vergi toplama işlerinin kalitesi artar ve biraz daha yaygınlaşır, vs. vs.
Bu sayede güç, erkler, kurumlar ve kuruluşlar arasında önemine ve katkısına binaen ölçülü bir şekilde paylaştırılmış olur; ülkenin kurumsal kapasitesi, niteliği ve gücü artar.
Tersi yani ülkenin bütün kurumlarının iğdiş edilerek önemsizleştirildiği ve bütün güçlerin doğrudan ya da dolaylı olarak tek bir otoriteye bağlandığı, yani kurumsal kapasitenin imha edildiği ülkeler, zayıf ülkeler olarak kabul edilir. Zayıf ülkelerde tek bir kişi veya grup ikna edilince, bu ülkeye yaptırılmayacak hiçbir iş yoktur.
PARLAMENTER SİSTEME GEÇMENİN YOLU AÇILACAK
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinin sağlayabileceği bir diğer yarar da, özü, güçler ayrılığı demek olan parlamenter sisteme geçme ihtimalinin kuvvetlenmesidir.
Bilindiği gibi parlamenter sistem esas olarak büyük partilere, siyasi yarar sağlayan bir sistemdir.
Ak Parti’nin iktidardayken istemiyorum dediğine aldanmamak lazım, muhalefete düşünce, parlamenter sisteme dönülmesini isteyecek ilk parti Ak Parti olacaktır.
Seçimi Sayın Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda, o çok istenen ve özlenen parlamenter sisteme, bütün partilerin oybirliğiyle geçiş imkânı, mümkün olabilecektir; bu başkanlık seçiminden, daha fazla yarar nasıl sağlanır bilmiyorum.
KILIÇDAROĞLU’NUN BAŞKANLIK SÜRESİ
Toplumumuz, buna partilerimiz de dâhil, her işini müzakere ederek yapmaya alışık değil; maalesef.
Şahsi öngörüm, ittifaklar arasında sonu gelmez müzakerelerin, sabırları taşıracağı ve en geç iki yıl içinde, meclis çoğunluğunun erken seçime gitme kararı alacağı yönündedir, yaşayıp göreceğiz.
Ak Parti’nin değil iki yıllığına altı aylığına bile olsa iktidardan uzaklaşması, onu, hem yenileyebilir hem de güçlendirebilir.
Bu hükümet değişikliği ülkedeki pek çok olguyu ve kişiyi de normalleştirecektir. Uzun vadeli toplumsal yararın bu kadar açık olduğu bir dönemde ve şartlarda, Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçme fırsatı kullanılmalıdır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi, yerindelik bakımından değil dönemsellik bakımından gereklidir.
Lütfen bu ”dönemsellik” kavramını unutmayalım çünkü yarın CHP’nin seçim kampanyasında yaptığı yanlışları ve hataları irdeleyeceğim.
Bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinin, siyasi yararlarını maalesef, en erken iki yıl sonra anlamış veya test etmiş olacağız.
Fakat hissiyatım bana, daha kısa süreli bazı yararları, daha erken bir zamanda deneyimleyebileceğimizi söylüyor çünkü ittifaklar arasındaki zorunlu işbirliği, taraflar arasında iletişim ve etkileşimi artıracaktır. Bu etkileşimin kalitesi, hasta siyasi hayatımıza şifa veren bir ilaç gibi etki edecektir.
Bundan daha sağaltıcı ve yararlı ne olabilir ki…
Bu seçimlerde akletmek ve tefekkür, duyguların yerine geçmeli.
Yarın: CHP’nin yanlışları ve dönemsellik