İran Suriye’den vaz geçer mi?
HTŞ, SMO ve diğer “muhalif” güçlerin 11 günlük koordineli saldırısı sonrasında sadece Esad rejimi çökmedi, İran da ülkeden çıkmak zorunda kaldı. Uzun yıllardır süren bir işbirliği geçtiğimiz hafta sonu itibarıyla sona erdi. İran’ın bundan sonra Hamas ve Hizbullah’a yardımda bulunması, Suriye’nin muhtelif yerlerinde kurduğu ikmal merkezlerinden direniş aksı dediği unsurları desteklemesi çok zor.
Dini lider Hamaney her ne kadar Çarşamba günü yaptığı konuşmadan pes etmediklerini, yakında Suriye’ye gireceklerini söylese de, eğer aklında Akdeniz üstünden büyük bir çıkartma yapma ya da hava indirme birliklerini kullanma gibi fantastik düşünceler yoksa bu pek mümkün görünmüyor. Yeni Suriye’nin eski İran’ı kucaklaması bırakın işledikleri ve işlettikleri savaş suçlarını bir yana, ortaya çıkan kapsamlı insan hakları ihlalleri karşısında imkansız.
Zaten rejim kadar bölge ülkeleri de yeni bir İran yayılmacılığına karşı çıkacak, özellikle İsrail askeri imkanlarıyla vetosunu kullanacaktır. Doğrusunu isterseniz Amerika’nın da herhangi bir şekilde yeni bir İran yayılmacılığına müsade edeceğini sanmam. Umarın İran’ın hiç olmazsa siyasi liderleri bu yenilgiden dersler çıkartıp, ülkelerinin imkan ve kaynaklarını daha akılcı mecralara aktarırlar. İçeriden gelen eleştirilere kulak tıkamazlar.
Körfez bölgesinden başlayıp sonra bütün Ortadoğu’ya yayılacak -Dışişleri Bakanları’nın geçtiğimiz günlerde ortaya attığı- AGİT benzeri işbirliksel güvenliğe dayalı bir mekanizmanın kurulmasına çalışırlar. Devrim ihracını değil bölgesel istikrarı, kendine Çin’i rakip seçen Trump Yönetimi ile barışmayı, ellerindeki en büyük pazarlık kozu nükleer zenginleştirmeyi araçsallaştırmayı seçerler. Irak ve Yemen’de müdahale ve mücadelenin temsilcisi olmaktan çıkıp istikrarın tedarikçisi olurlar.
Ne Haşdi Şabi’yi Irak’tan Suriye’ye göndermelerinin, ne de PKK’ya zaman zaman yaptıkları gibi destek vermelerinin şu an karşı karşıya oldukları durumu değiştirmesi olası görünüyor. Ama yine de bizim İran’ı hafife almamamızda, Hamaney’in boşa konuşmadığını varsaymamızda yarar var. Suriye’nin bir kez daha savaşa ve istikrarsızlığa sürüklenmesini istemiyorsak Amerika ve İsrail kadar, hatta onlardan da fazla İran’ın muhtemel hamlelerini dikkate almak zorundayız.
Türkiye’nin İran’la karşı karşıya kalmadan beklentilerini açık sözlülükle ve kararlılıkla Tahran’daki muhataplarına iletmesi, Astana formatındaki çatışmasızlık ilkesinin bundan sonra da devam etmesinin herkesin yararına olduğunu hatırlatması bence şart. Son dönemde hem siyasi hem de iktisadi ilişkiler geliştirdiğimiz Irak’la da bu konunun halen konuşulmadıysa konuşulacağını, maceraya atılmaktan caydırılacağını zannediyorum.
Milli İstihbarat Akademisi tarafından yayınlanan Görüş yazısında Hakkı Uygur’un vurguladığı gibi Türkiye’nin Şam’daki yeni rejim üstündeki etkisini kullanarak Şii ve Nusayri azınlığa karşı olası şiddet eylemlerini dizginlemesi, yeni rejime Lübnan Hizbullahını doğrudan hedef almamasını telkin etmesi, bazı önemli dini yerlerin korunacağının güvencesini temin etmesi de İran’ın olmadık işlere kalkışmaması için önemli.
Rusya şimdilik kaydıyla da olsa tamamen devre dışı kaldığı, küçük askeri yerleşkelerinden başlayarak ülkeden çıkmaya ya da üslerine kapanmaya hazırlandığı ve yapacağı herhangi bir müdahale yeni rejimle ve tabii ki bizimle olan ilişkilerini zora sokacağı için ortada en önemli potansiyel oyun bozan olarak İran kalıyor. Ondan sonra gelenlerinse İsrail ve Amerika olduğunu söylemeye gerek dahi yok. Onların beklentilerinin de bizim tarafımızdan yönetilmesi gerekiyor.
İsrail bariz bir şekilde karşısında kendisi için her hangi şekilde tehdit oluşturmayacak kadar zayıf bir Suriye görmek istiyor. Bu nedenle de ülkenin tüm savunma imkanlarını ortadan kaldırmaya yönelik bir harekat icra etti, dediklerine göre de “tedbiren” Golan’ın Suriye’de kalan bir kısmını kontrol altına aldı. Suriye’nin bölünmesini tercih edeceğine de şüphe yok. Muhtemelen PKK’ya da destek olmak, Amerika’nın bırakabileceği olası boşluğu doldurmak ister.
Ancak Türkiye’yi karşısına almak ve doğacak istikrarsızlık sayesinde İran’ın yeniden komşusu olmasını arzu eder mi o bence biraz tartışmalı. Türkiye’nin Gazze’deki soykırıma varan insan kıyımı ve Filistin sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle İsrail’le yaşadığı tüm sorunlara rağmen diplomatik ya da başka kanallardan bu gerçeği aklı başında İsraillilere paylaşmasında, Türkiye’de yapısal bir İsrail karşıtlığı olmadığını anlatmasında yarar olabilir.
Ben Türkiye’nin sözünün dinleneceğini, ABD’nin dahi şu anki duruşundan taviz vereceğini düşünüyorum. Nihayetinde güçlü bir ordusu, Afrika’daki sorunların çözümünde bile rol oynayan yetkin bir diplomasisi, operasyonel imkanları tartışmasız istihbarat teşkilatı olan, tercihleri olayların akışını belirleyen bir ülkeden söz ediyoruz. Ekonomisi de yavaş yavaş rayına oturacağa benziyor. Bir de hukukun üstünlüğünü sağlayabilse, demokrasi açığını kapatabilse, AİHM ve AYM kararlarına uyabilse…