Türk diasporası ve Türkiye’nin göç politikası
Berlin’in yakınlarındaki Ravensbrück Kampında çalıştayımızı yaptık. Bu kamp, Nazi döneminde Kadın Çalışma Kampı olarak planlanmış, askerin üniformasının üretildiği bir tekstil atölyesi gibi işlev yürütürken giderek Yahudilerin ve güçten düşen herkesin yakıldığı fırınlarıyla anılan bir kamp olmuş.
Şimdi yakınında misafirhaneler var ve gençlik kampı olarak hizmet veriyor. Almanya’nın dört bir yanından gelen gençlerle orada buluştuk. Başta Berlin olmak üzere Almanya’nın her bölgesindeki eski teşkilatların liderlerinin çocukları tarafından kurulan bir birlikte düşünme ameliyesi…
Gençler babalarının teşkilatlarında yetişmiş ama “yeni şeyler söylemek lazım cancağızım” diyen Mevlana’nın izini sürmeye ve İslam’ı asrın idrakine söyletmeye hamleden gençlerdi.
Şüphesiz her biri babalarının teşkilatlarında yetişmişlerdi.
Bütün bu teşkilatların dördüncü kuşak gençleri birer Alman vatandaşı ve birkaç dil biliyorlar artık. Her birinin bir mesleği var, hatta mesleklerinde mastır yahut doktora yapmışlar…
Bu gençler, mümkündür ki artık Alman hükümetleri nezdinde de etkin ve önemli çalışmalar yapacaklar. Mesela onları bekleyen acil birkaç mesele var. Bunların başında göç politikaları gelmeli…
Türkiye sınırötesi harekât yaptı ve silahlı kuvvetlerinin gücünü bütün dünyaya gösterdi.
15 Temmuz darbesi yemiş bir ordunun kısa sürede kendini toparlayıp ayağa kalkması gerçekten de bütün dünya tarafından hayretle karşılaşılan bir durum. Muhtemelen 15 Temmuz’un ardındaki çirkin yüz, TSK’nın bundan sonraki safahatını güvenilmez ve savaş psikolojisine sahip olamaz diye değerlendirmişti.
Ancak şanlı ordumuz yine mayasının icabını yerine getirdi ve kısa sürede kendisine verilen vazifeyi deruhte etti; belirlenen hedeflere ulaştı. İster istemez Rusya da, ABD de TSK’nın zaferi üzerine tedbir geliştirmek durumunda kaldılar.
Almanya, Fransa, Suudi Arabistan, Mısır, hatta Filistin, dahası KKTC Cumhurbaşkanı TSK’nın operasyonu için pek hayırhah şeyler söylemediler. Macaristan ve Türk Dünyasından müspet sedalar yükseldi, o kadar…
Türkiye ile Rusya arasında gerekleştirilen ‘Soçi Mutabakatı’nın ardından ülkeler önceki görüşlerini tashih etmek zorunda kaldılar.
Almanya şimdi tereddüt içinde; fakat en azından Alman uzmanlar, sığınmacıların Suriye’nin kuzey bölgesinde oluşturulan güvenli bölgeye yerleştirilmesi politikasına nasıl yaklaşması gerektiğini mütalaa etmeğe başladılar.
İşte tam da şu zamanda Türkiye diasporası olma memuriyetindeki STK’lar devreye girebilir ve Alman kamuoyundaki maniplatif algı yönetimlerini bertaraf edecek, Türkiye politikalarının anlaşılmasına yardımcı çalıştaylar düzenleyebilirler.
Almanya’daki STK’larımızın Türkiye’nin göç politikasını anlatacak ve Suriye’de terörü ortadan kaldırarak güvenli bölge oluşturup sığınmacıların ülkelerine dönüşünü teşvik edici rolünü paylaşacak etkinliklerde bulunmasının tam zamanıdır. Türkiye ve Almanya desteği ile göçmenler ülkelerine geri dönebilir ve Nostrodamus’tam beri söylenegelen kara kehanetin Avrupa’yı telaşa vermesinin önüne geçilebilir.
Malumdur ki 500 yıl evvel Kâhin, “güneyden ve doğudan beş milyon ‘kara adam’ın Avrupa’yı istilasından” bahsetmiş; işte bu korku ve vehim, Avrupa’nın güvenlik stratejilerinde ve tehdit algılarında başat rol almıştı. Avrupa’nın birinci sıradaki tehdit algısı ‘terör’ değil, ‘imigration’ olmuştu bu yüzden…
Türkiye’yi ‘uluslar arası bir göçmen kampı’na dönüştüren stratejinin arkasında duran güç ve akıl, AB üyeliğine handiyse ramak kalmış bir Türkiye’yi ötekileştirmek isteyen Batı’nın işte bu korku ve vehim dünyasıydı. Gelin görün ki, normalleşme pek de sanıldığı kadar uzak değilmiş. Türkiye yeniden normalleşme çizgisine dönebilir ve güney sınırlarını güven altına alabilirmiş. Elbette bugünkü şartların daha kötüleşmesi ihtimali her zaman varittir, ama daha iyimser durum analizleri de mümkündür. Böyle bir normalleşme sürecinin inşası için öncelik Suriye’nin yeniden toprak bütünlüğüne kavuşması ve Türkiye’nin güney komşularıyla ‘barış içinde bir arada yaşama’ sanatını hatırlamasıdır. Bu aşamada AB ‘form ve concept’inin de elini taşın atına koyması beklenir. Avrupa’daki Türk STK’ların bu yönde etkinlikler düzenlemesi Batı kamuoyunu şüphesiz olumlu yönde ‘enforme’ edecektir.
Türkiye yeniden Avrupa’nın güvenliğine pozitif bir katkı sağlama durumunda, bunu Avrupa nasıl ve hangi akılla görmezden gelebilir?