Rezonans kanunu
Pierre Franckh’ın isteklerin yönetimi ile ilgili birçok kitabı var. “Doğru İstersen Olur/ Kolayca İste Rahatla… Mutlu Ol…/ Yeter ki Gönülden İste/ Yeter ki İste/ Altı Dakikada Koçluk: Öz Güveninizi Nasıl Kazanırsınız/ Gerçek Aşkı Bul/ Başarıya Giden 77 Yol/ Başarının Sırları/ Aşkta Mutluluk Kuralları…
Asıl kitabı ise “Rezonans Kanunu - İsteklerin Yönetimi” adını taşıyor. Aslında böylesi kişisel gelişimle ilgili kitapları ne çay içerken okurum, ne de Türk kahvesi içerken. Çay içerken uzun bir çalışma temposuna hazırlanmalı insan. Araştırma inceleme kitapları masanın üzerindedir ve yoğunlaştığın konu üzerine çapraz okumalar yapıyorsundur. Keyifli, yani klasik romanları okurken de Türk Kahvesinden daha iyi arkadaş bulunmaz.
Kişisel gelişime gelince… Asıl okumalar bittikten sonra kişisel gelişime katkı sunmaya hamleden kitapları okurken icetea ya da neskafe filan içebilirsiniz.
Ben de öyle yaptım ama bu Rezonans Kanunu’nu okuduktan sonra acı bir Türk kahvesi yapmak zorunda kaldım kendime.
Son zamanlarda medyada Ceren hadisesi etrafında kadına şiddet ve genel olarak şiddet, nobranlaşma, hakaret, bilip anlamadan müdahale ve hadnaşinas, makamının hakkını veremeyen statü vurgunlarının edepsiz davranışları gündeme gelmişti.
Vali, Öğretmenler Günü toplantısında öğretmenlere hitap ederken karşısında ayak ayak üstünde oturan ve sonradan gazeteci olduğu anlaşılan kişiye bini bir para hakaretlerde bulundu. Başka bir üst düzey belediye görevlisi(ne demekse) geçerken selam durmayan belediye çalışanını tuvaletin önünde bekçiliğe ve her geçene saygı duruşunda bulunmaya memur etti.
Kadına şiddetin haddi hesabı yok. Trafikte hemen herkes birbirine şiddet kullanmaya hazır…
Hayatımıza şiddetin girmesine şaşmamak gerek. Bunun zaten sosyal psikolojik binlerce gerekçesi var.
Kadına şiddetin de öyle…
Fakat bu makam sahiplerinin statü tutkusu, sonradan görmeliği, hazımsızlığı, statülerinin gereğini yerine getirmeyen muhatapları karşısında şirazeden çıkışları, gündemi başka türlü de irdelememiz gereğini ortaya koyuyor. Vali ve belediyeci yüksek mevkili şahısların haberleri, kamuoyundan kaçamayanlar. Daha neler vardır neler…
Kapıda bekletmeler, arandığında geri dönmemeler, kasılmalar, böbürlenmeler, azarlamalar, gerekirse hayatını karartmalar, tehditler, pusu kurmalar, sövgüler…
Hiç bu kadar çirkinleşmemişti bürokrasi, iş dünyası ve siyaset üçgenindeki statü sahiplerinin hâl ve gidişleri… FETÖ metodolojisini değiştirmeden onunla mücadele edilemez. Riyâkârlık, hadnaşinaslık, liyâkatsizlik, kölelik, korku ve vehimle karşıtlara tuzak kurma hastalıkları hep bu metodolojinin yansıması…
Bunun başkaca sebepleri de olmalı…
Rezonans Kanun işte bu durumu açıklıyor.
“Sadece senin duygularını paylaşan insanları kendine çekersin. Bunlar senden yayılan enerjiyi sana geri yansıtır.”
“Şimdi, neden hep aynı özelliklere sahip insanları kendimize çektiğimizi, neden hep aynı hatalara düştüğümüzü ve benzer şeyler yaşadığımızı anlıyoruz sonunda.
Hayatımıza başka ortakları çekebilmek, biraz çevreyi değiştirebilmek için rezonans alanımızın değiştirilmesiyle işe başlayabileceğimizi söylüyor yazar. Bunun için de öncelik nasıl bir rezonans alanı olduğunu keşfetmeliyiz. Tek bir şartı var onun da: “kendimize karşı dürüst olmak!”
“Şu an etrafında bulunan insanları gözden geçir. Böylece hangi enerjiyi yaydığını belirleyebilirsin. Birliktelikler hakkında ne düşündüğünü sorgula! Sence bu güzel mi yoksa yorucu bir şey mi?” (Pierre Franckh, Rezonans Kanunu – İsteklerin Yönetimi, Elips Yayınları, Ankara Ekim 2019, s.230)
Evet, iyilik ve kötülük virüsleri aynı hızla yayılır toplumda. Ne ekersen onu biçersin. Balık baştan kokar ve daha birçok atasözünde belirtilen davranış kodlarının izdüşümünü Kur’an’da da bulabiliriz.
“Bir toplum kendini düzeltmedikçe Allah onlardaki hali düzeltecek değildir.” (Enfal Süresi)
Ra’d Süresinde de var benzer mânâ…
Kendi korkularımızdan, vehimlerimizden, statü ve güç merakımızdan kurtulduğumuz zaman bakacağız ki birçok sıkıntı yaratan şey bertaraf olmuş.
Bakın etrafınıza, rezonansınızı irdeleyin. Unutmayalım ki, biz iyi olursak dünya da iyi olur. Biz kötü olursak zaten yapacak ne var?