Enstitü
Yılmaz Özakpınar, Hafıza adlı kitabının som bölümünde F. C. Bartlett’in hafızada tutma ve yapılandırma işlevi olarak şem’a kuramını geliştirmiştir. Algılama ve hatırlama bakımından şema, hafıza ve bilinç arasındaki bir yapılandırmanın ürünüdür. Kadın ve erkek figürü olarak herkesin kafasında biçimlenen insan aslında soyut, kavramsal derinlikleriyle bir “şem’a”dır aslında.
“Belli bir insanı algılarken bu şema kılavuzluk eder. Ama onu o somut insan olarak algılamada, onun bu şema çerçevesindeki özelliklerine dikkat ederiz. Daha sonraki bir zamanda onu tanımak gerektiği zaman, tanımaya kılavuzluk eden hususlar, işte hatırlanan o özelliklerdir özellikler şemanın kılavuzluğunda işaretlenmiştir. Algıda olduğu gibi tanımada da şema, bir başvuru çerçevesidir. Şema algı ögelerini parça parça dağınık olmaktan kurtararak teşhise yardımcı olur.”*
Enstitü romanında Alper Kaan Bilir, sosyal psikolojinin ve psikolojinin bütün kuramlarını âdeta bir roman içinde ne kadar işlenebilirse işlemiş. Algıyı, tutum ve davranış süreçlerini, örgüt psikolojisini, statü, ve toplumsal rolleri, motivasyon süreçlerini, pekiştireçleri, öğrenme kuramlarını, yapılandırmayı ve hafızanın anlık ve derin yönlerini, onların insan zihninde bilinç ve bilinç altı ya da ötesi bütün fonksiyonlarını ana karakterinde de, yardımcı karakterlerinde de işlemiş.
Kitabın kapağı zaten karmaşık zihin yapısını ifade eden çizginin yani ipin ucunun sonunda nasıl bir şemaya evrilebileceğinin ilk işaretlerini veriyor. Arka kapağındaki metin; “Bu seslerin sahipleri, benim düşmanlarım. Onlar beni linç ettiler. Hayatımı mahvettiler... Sosyal açıdan beceriksiz bir sokak sanatçısı, günün birinde kontrolü dışında gelişen sebepler dolayısıyla suçlu durumuna düşer. Toplumun kendini ‘ilerici’ diye niteleyen kesimleri, sanatçıyı bir linç kampanyasının hedefine dönüştürür. Yazgısı sanatçıyı, kendisi gibi kişilere adanmış bir sığınağa götürecektir. Enstitü, Alper Kaan Bilir’den linç kültürü üzerine çarpıcı bir roman” dese de, roman, hafıza ve bilinçaltı kuramları çerçevesinde akıp gittiği için linç kültürünü gölgede bırakan bir hakikatin peşinde aslında.
Dostoyevski’nin dünya klasikleri arasına giren Suç ve Ceza’sı ile Yeraltından Notlar’ı roman ve psikoloji ilişkisi açısından nasıl şaheserse yerli romanda Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, benzer ilişkinin dilimizdeki yansısı olarak gençliğimizin başucu kitabıydı.
Modern Türk romanında Alper Kaan Bilir ismini ilk Isparmaça adlı tarihî romanından biliyoruz. Navarin’de yanan donanmamızın kendince intikamını alan Bahir Reis’in romanı. Orada tarih ile psikoloji derin bir münasebete giriyorlardı. Burada ise genetiğin, geniş anlamda biyolojinin bir faktöriyeli olarak psikolojinin ve sosyal psikolojinin münasebeti söz konusu…
Sığınak ya da hapishane bir sembol... Gerçekte her insanın böyle bir sığınağı ya da içinden çıkamadığı, çıkamayacağı hapishanesi vardır.
Şaraşka, icad yapabilen insanların toplandığı bir hapishanedir. Ve mahkûmların her biri genotipik karakterlerini aldıkları tarihte yaşayan isimlerle çağrılmaktadır. Maximilian, o yüzden devrimci Maximilian Robespierre’in huyunu taşır. Çocukluğunda geçirdiği o korkunç travmayı yine de sanatıyla aşmayı bilmiştir.
Aslında hepimiz bir hapishanede yaşamıyor muyuz?
“Her neyse, herkes bir yerin içinde yaşar. Bir tanımın, örneğin. Vatandaş, yurttaş, Müslüman, Hristiyan, Hindu her neyse. Milliyetçi, sosyalist, demokrat. O tanım her şeyden önce ne düşündüğünü söyler. Tanıma uymayan bir şey düşünürsen, tanımın dışına çıkarsın.”**
Bartlett ya da Özakpınar’ın erkek ve/veya kadın şeması, hafızanın zihin yapısı içindeki varoluşunun hikâyesi. Bilir’in romanında bir yandan çocukluğunda bir köpek tarafından mı, yoksa öz annesi tarafından mı parçalanmış bir yüzün linçten yani toplumsal bir yargısız infazdan sığındığı hapishanesinde ‘müdürün aynası’nda gördüğü ‘anima’ da işte bu kavramsal şemalara bir örnektir.
“Anima erkeğin bilinçaltında yaratılan bir portredir. Hiç kimsenin animası bir diğerine benzemez. Animalar, kabaca bazı şablonlara uyarlar: Kutsal ana, prenses, fahişe, vesaire. Ama kişiye özgüdürler yine de anima her erkekte başka türlüdür. Soyut bir varlıktır.”
Müdürün aynası, Lacan’ın ayna kuramı ile Rogers’in benlik kuramının bir bileşkesi gibidir. Bir Carpe diem, bir varoluşsal yaşantıdır ki, içinde fenomenolojik alt yapıyı, içsel başvuruyu, psikolojik uyum ve uyumsuzlukları, empatiyi, benliği kavramsal olarak inşa etmeyi barındırır.
Linç kültürü sarmalayabilir tüm toplumumuzu, aynaları doğru okuyamazsak. Sürüleşirsek…
Fakat kafeste de olsak, ipek böceğinin kozasını örmesi gibi bir bağımsız benlik inşa edebilirsek bu linç kültüründen uzaklaşabiliriz.
Romanın sonunda radyo frekansından Atatürk’ün yepyeni bir söyleminin ses vermesi de ilginç…
Che’nin sokak resimlerinden başlayan macera Robespierre’e, oradan Atatürk’ün devrimciliğine uzanmıştı. Eski sözde devrimci, ilerici kalıplar, onu linç etmeye kalkmışlardı oysa.
Fakat Max, romanın sonunda kavramsal olarak inşa ettiği kuleden iniyordu artık.
“Kuleden indiğinde kimse onun koluna yapışmayacaktı. Hiç kimse ona bir tutsak, bir esir, duvarlar ve tel örgüler ardına hapsedilmesi icap eden bir mahkûm muamelesi yapmayacaktı. Artık nerede olduğunu biliyordu.”
Ben de Kafes’ten çıktığımda ve Kafes’i yazdığımda aynı kuleden iniyordum.
Aynaya doğru bakabilmek ve okuyabilmek için Alper Kaan Bilir’in Enstitü’sü mükemmel bir rehber…
*Yılmaz Özakpınar, Hafıza, Ötüken Yayınları İstanbul 2017, s: 151
**Alper K Bilir, Enstitü, Ötüken Yayınları, İstanbul 2021, s: 259















Her ülkücü bürokrat Şeyh Edebali ' nın Osmancık romanındaki Osman Bey'e öğütunü Tarık Buğra(mekanı cennet olsun) ' nın kurgusu olduğu mı bilir. Bilmeyenler siyasal İslamcılar dır.Çünlü onlar Tarık Buğra Beyi yeterince bilmezler
Yanıtla (1) (0)Nasıl bildiniz elinizde okurmatik mi var ?
Yanıtla (5) (2)Türkiye de sağ cenah da en entellektuel kitle 80 öncesi de şimdi de hala ülkücülerdir.....
uzun yıllardır gazete dergi ve yazarlarınızın kitap satış trajlarına bakın.çektiğiniz filmlerin izlenme oranına da
Yanıtla (0) (0)"Insan bilmediğinin düşmanıdır." Demiş ufuk insan. Sapla saman karışmış malesef. Eser vermek başka şey, eser okumak başka şey. Eser verebilmek için çok zaman ve maddi güç ister. Ülkücüler de ne yazıkkı ikiside çok kısıtlı. Onların ülke için frdakarlık
Yanıtla (2) (1)evet resim biliniyordu zaten siz de....neyse boşverin...en neydi..
Yanıtla (0) (0)Hiç şaşırmadım, Anlaşılan tanıyıp bildikleriniz sadece ülkücü geçinenler ve de ülkücülerden geçinenler olsa gerek. Ön yargı insanın kendi yetersizliğinden denir. O kadar ense kabartmayın tanışın empati yapın.Belki üretikleri eserleri de yakınen tanırsınız...
Yanıtla (1) (1)yeni bir yazarla bizi tanıştırdığınız için teşekkür ederim üstat. ilk fırsatta okuyacağım. köşenizi yeni isimlere açmanız büyük lütuf.
Yanıtla (1) (0)Güzel düşündürücü yazı.
Yanıtla (2) (0)Bir öğretmenin ilk okul birinci sınıfta öğrencilerine eğitim verebilmesi için önce çocukların teker teker adlarını öğrenip iç dünyasında O öğrencileri akıl belleğinde kodlamasıdır. Öğrencinin iç dünyasında okul sınıf öğretmen belleğine somutlaşması için karekter hece cümleler eğitimci tarafından rol ile kalem tutup yazı yazabilme soyuttan somut kavrama tekniği ile lisanın defterinde iç dünyasında ( iman tahtası ) veya Üstad Lütfü Şahsuvaroğlu'nun tarifi aynasıdır.
Usul, günümüze adaptasyon.
Yanıtla (0) (0)Geçmişin kayıpları, travmaları DNA’larımıza işlemiş sanki...
Artık kaybetmek istemiyoruz.
Aydın kendi gündeminde tabiki ayrılamaz. Ancak toplumun mecbur bırakıldığı gündemede sırtını dönmemelidir. Topluma ve idareciye yol göstermeli karanlık ve netameli konulara ışık tutmalı yol tavsiye etmelidir. Bunun olabilmesi için toplumada, idareciyede eşit mesafede olabilmelidir. Bu ise zor bir durumdur. Güç şahsiyetsiz insanı içine çeken bir karadelik gibidir. Halk adına yola çıkıp, güce gidince, balı görüp, sonra halka dönerek,ekmek bulamıyorsanız pasta yeyin dedirtebilir. Allah göstermesin.
Yanıtla (1) (1)Toplumsal lisanımızın kelime sayısı ve dizilerin TV, radyo, sosyal medya proğram yapımcıları sanatçıların,yazarların, spikerlerintarzı, senaristlerin kurgu içeriği toplum zekasını sadece bilgi seviyesiyle değil, düşünme şekliylede sınırlandırır ve şekillendirir. Bu, kazınmış kafaya geçirilmiş ıslak deriyle günlerce güneş altında aç susuz bırakılmış insanın durumundan çok daha tehlikeli ve tesirlidir. İnanın bu duruma maruz kalan topluma, mankurtlar bile acır. Allah'tan biz bu durumda değiliz.
Yanıtla (1) (0)Toplum, acil ihtiyaçlar hiyerarşisinin endişesinde kıvranırken, arz talep pazarında bazı değerlilerimiz ikinci plana düşebilir.Ve bazı piyasa fırsatçıları bu zor durumdan istifade yazın hayatını klasiklerimizi parasal güçleriyle tahakküm altına alabilirler. Ve bilgi bu yolla toplumdan tecrit edilebilir.Devletimiz bilginin önündeki bütün engelleri önceden görerek bertaraf etmelidir. İlerde bilginin bizim ülkemizdede değerli bir ihtiyaç olduğu anlaşılırsa zaten bilgi ehilleri çift korumayla gezer.
Yanıtla (1) (0)Yazın hayatındaki yeni keşifleri, tespitleri için sayın yazara minnettarız. Artık sayın yazarımızdan, televizyonlar başta olmak üzere,kitle iletişim araçlarında yahut kendi açtığı bir hesap üzerinden, internette bu konu üzerine, düzenli yayın ve videolar istiyoruz. Dalga geçercesine ucuz ekmek kuyruklarındaki insanlara antikrotlu yemek tarifleri ve yırtılmış ayakkabılılara kombin dizenlerden, işsiz, fakir çocuklarına, zengin çocuklarının dizilerinden gına geldi.
Yanıtla (1) (0)aksoy,ışınsu, v.b okunmuyor.nafile çaba bu.kitaplarının kaç. baskı yaptığını yazdı aksoy alper..yazık ya.her ülkücü bürokratın duvarında asılı edebalı öğütlerinin t.buğra osmancık romanında kurgu olduğunu bilmiyorlar.çünkü okumamışlar.camia okumaz okumuyor.80 lerdeki nesil okurdu lafı en büyük yalan
Yanıtla (3) (3)Yazar yeni bir şey söylüyor, yeni bir yazarı ve eserini işliyor. Alper K Bilir başka, Alper Aksoy başka..
Yanıtla (4) (0)hadi ya..ben de başka bir şey söylüyorum.
Yanıtla (2) (3)''Nafile çaba bu'' Tamam biz size uyduk ve vazgeçtik çabalarımızdan. Ancak lütfen sizde artık okumaya başlayın. Ve, ''kimler herkes adına,toptancı konuşur''? sorusunu irdeleyin. Birde sizin sözünüz sanki yazara bir yük yüklüyor. 1. Okumak nedir. 2.öğrenmek, anlamak ve idrak nedir? Sorularına cevap içeren bir yazı daha lütfen.
Yanıtla (2) (0)Zevkle okutuyor yazılarını Lufi Şehsuvaroğlu. Kaleminize sağlık azizim. Gençleri meydana çekmenizdeki maharet teşkilatçılığın kazandırdığı edimlerden..Tebrik ediyorum.
Yanıtla (3) (1)Özellikle edebiyatın işlevi açısından, romancılığımızdaki dikkat çeken toplum sosyolojisi üzerindeki eserlerden izler taşıyor her yazı. Kuşkusuz bununla da ödevliyiz.
Tebriklerimi iletiyorum.
Sn. Şehsuvaroğlu Öncelikle yazarımız Alper Kaan Bilir'i tebrik ediyorum , ancak özellikle 1980 sonrası apolitize edilen gençlik maalesef kitapları, okumayı düşman ilan etti.. üzgünüm ama o süreçte başlayan okumama .. düşünmeme ..aklı kullanmama ..sorgulamama vs.vs. alışkanlığı katlanarak devam etti .. Ve gençliğimizin hatta orta yaş dediğimiz kuşağın pürü perişan hali ortada. Umarım Alper kardeşimizin emekleri karşılığını bulur yeterli okuyucuyla buluşur.
Yanıtla (4) (0)Che ile Ataturk arasinda hicbir bag yoktur Sn. yazar. Che'nin Ataturk hayrani oldugu, vuruldugunda parkasinin cebinden Ataturkle ilgili bir kitap ciktigi tumuyle yalandir.
Yanıtla (3) (3)