Sorunu doğru tanımlamak çözümün yarısını buldurur

Cuma akşamından beri telefonlarım susmuyor. Eş dost herkes Fitch’in son raporunda Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını kazandığı ama parlamentoyu kaybettiği seçeneğe neden yüzde 55 ağırlık verdiğini soruyor.

Kısa cevabım şu: Fitch, o yüzde 55 olasılığı verirken hangi parametrelerle hareket ettiğini söylemediği için benim de söyleyecek bir şeyim yok.

Bir de uzun cevabım var: Üç ana senaryo altında başlangıçta her senaryonun gerçekleşme olasılığı yüzde 33,3’tür. Bunlardan “Erdoğan kazanır ama parlamentoyu kaybeder” senaryosunun “Erdoğan hem cumhurbaşkanlığını hem parlamentoyu kazanır” ve “Muhalefet hem cumhurbaşkanlığını hem parlamentoyu kazanır” senaryolarına göre neden yüzde 12’şer daha fazla ağırlık kazandığı sorusuna cevap verecek kimse olduğunu sanmıyorum.

Bana soracak olursanız yüzde 60’a yakın ağırlıklı senaryo, muhalefetin Cumhurbaşkanlığını da parlamento çoğunluğunu da kazanması senaryosudur. Nedenini anlatayım:

Türkiye pek çok konuda ikiye bölündüğü gibi başkanlık sistemi konusunda da ikiye bölünmüş durumda. 2017’de yapılan referandumda son dakikada damgasız oy pusulaları ve zarflar geçerli sayılmasa referandumda hayır oyu çıkmış olacaktı büyük olasılıkla.

O gün kıl payı ve tartışmalı geçen bu tercihimizde bugün ibre ağırlıklı biçimde parlamenter sisteme, daha doğrusu Türk usulü başkanlık sisteminin aleyhine kaymış durumda.

6 muhalefet partisi, dünya siyasi tarihinde bile çok nadir yapılan bir şeyi yaptı, daha ortada fol yok yumurta yokken üzerinde uzlaştığı bir Anayasa metni ile ona bağlı ikincil mevzuat (yasa, yönetmelik vs) metinlerini açıkladı.

Bu yeni Anayasa sadece parlamenter sisteme dönüşü vaat etmiyor; aynı zamanda demokrasi ve insan haklarına dönüşü de vaat ediyor.

Bu konuların seçmen açısından önemli olmadığını düşünenler bence fena halde yanılıyorlar. Bana soracak olursanız ekonomiden daha büyük bir önem ifade ediyor temel hak ve özgürlükler ile Türkiye’nin yönetilme biçimi seçmene. Zaten o yüzden bazı anketlerde yüzde 65’in üzerinde çıkıyor başkanlık sistemine itirazlar. Ve yine aynı sebeple yüzde 60’ın üzerinde seçmen “Tayyip Erdoğan’a oy vermem” diyor.

Geçmişte de yazmıştım, tekrar edeyim: Türkiye, her türlü krize karşı dayanıklılığı bir hayli yüksek bireylerden ve kurumlardan oluşan bir ülke.

Ekonomik krizle de, hayat pahalılığıyla da, işsizlikle de, terörle de, bir yandan olan bitene çok öfkelensek bile birlikte yaşamayı başarıyoruz. Öyle olduğu için büyük sokak eylemleri olmuyor hayat pahalılığına karşı, öyle olduğu için çalışma çağındaki insanların yarıdan fazlası evde oturduğu halde dayanışma mekanizmaları devam ediyor.

Türk milletinin alışmak istemediği, birlikte yaşamaya ve uzun süre devam etmesine izin vermediği tek şey, yönetim krizi veya süregelen kötü yönetim.

Tayyip Erdoğan, geçmiş bütün iyi yönetim başarısına ve ülkemize yaşattığı uzun istikrar dönemine rağmen bugün kötü yönetimin cisimleşmiş hali. Özellikle son 6 yıldır tanık olunan kötü yönetim ve kötü yönetim izlenimini baskılamak için özgürlüklerin kısıtlanması, insanların sudan sebeplerle hapse atılması, başarısızlığa bahaneler üretilmesi, seçmenin yön değiştirmesinin arkasındaki başlıca sebep.

Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesini savunan bir siyasetin en az ekonomik söylem kadar, hatta daha fazla iş yapacağını söylemem bundan. Çünkü dikkat edin, Türkiye’de 1991’den beri ne zaman “Demokratikleşelim, özgürlüklerimiz artsın” konuları seçimlerin ana gündemlerinden biri olsa, o dönemde Türkiye’nin kötü yönetim ve kaosun etkisi altında olduğunu görürüz.

1991’de Süleyman Demirel, “Şeffaf karakol-Konuşan Türkiye” diye kampanya yaparken iktidardaki ANAP kendi içinde bölünmüş, yönetme zaafiyetine düşmüştü.

2002’de Ak Parti Avrupa Birliği derken Türkiye tarihinin en ağır yönetim krizinden geçiyordu.

2007’de AKP yine demokrasi derken ona Cumhurbaşkanı seçtirmeyen ve siyasi istikrarı tehdit eden askeri vesayetle uğraşıyordu.

Bugün de muhalefet “Parlamenter sisteme dönüş” derken Türkiye tek adam rejiminin ortaya çıkardığı krizlerle boğuşuyor. Demokrasi talebi durduk yerde bir fantezi olarak çıkmıyor yani.

Muhalefetin kazanacağı senaryonun ağırlıklı olduğunu söyledim ama elbette “Ceketimi koysam seçtiririm” diye bir şey de yok. Seçmen Tayyip Erdoğan’ı gönderirken yerine neyi koyacağına bakacak ve bakıyor.

Muhalefetin stratejisi, seçmene demokrasi, özgürlükler ve iyi yönetim vaat etmek. Bu strateji içinde, adayı Tayyip Erdoğan’a benzeyen biri olarak tanımlamak, yapılabilecek en büyük taktik hata olur herhalde.

Bir tek adamı göndermek için onun yerine onunla her alanda aşık atacak bir adaydansa, 6 partinin gücünü arkasında hisseden ve bunu seçmene de anlatan bir aday bulup çıkarmak, tutarlılığın basit bir gereği.

Muhalefet açısından demokrasi ve özgürlük vaatleri dün sunuldu. Sırada iyi yönetim vaatleri var, onun hazırlığı daha bitmedi. Ancak ondan sonra sıra, “düzgün, güvenilir, işinin ehli ve en önemlisi tek başına yönetmeyecek aday”a gelecek.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum