Muhalefetin işleri ağırdan alması taktik mi, mecburiyet mi?
Araştırmaların genel ortalamasına bakıyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ın oyu yüzde 40-42 aralığında takılmış duruyor. Gerçi salı günü yazdım, bu ölçüm sağlıklı değil. Çünkü henüz ne Tayyip Erdoğan aday ne de ortada bir rakibi var.
Araştırmacılar zaman zaman Erdoğan’ın karşısına isimler yazıp insanlardan tercih soruyorlar. Bu halde, hem Erdoğan’ın oyunun hem de rakiplerinin oylarının farklılaştığını görüyoruz. Ama bu tabii henüz hipotetik bir durum.
Araştırmacıların sorduğu bir başka soru, “Erdoğan’a oy vermem” sorusu. Toplumun yüzde 50’yi aşan kesimi “Erdoğan’a oy vermem” diyor epey bir süreden beri.
Son bir soru Erdoğan’ın görev onayıyla ilgili. Erdoğan’ın görevini yapma biçimini beğenenlerin oranı yüzde 40’ın altına kadar geriledi.
Yani Cumhurbaşkanlığı seçiminde belki ölçüm yapmak için henüz vakit erken ama Erdoğan açısından durum pek parlak gözükmüyor. Yalnız tabii Erdoğan’ın kendisi böyle düşünmüyor. O da araştırma yapmak için vaktin erken olduğu görüşünde, kendisi sahaya çıktığında bugün yüzde 40-42 gibi gözüken oyunu yükselteceğini ve ilk turda olmasa da ikinci turda seçimi kazanabileceğini düşünüyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimindeki bu yarı belirsiz duruma karşılık Meclis seçiminde partilerin durumu biraz daha net. Son getirilen seçim yasası, ittifakların oylarını toplamayı anlamsızlaştırdı. Bu durum evet güç birliği yapmaya çalışan muhalefete bir dezavantaj yaratacak ama iktidar ittifakı da aynı dezavantaja tabi olacak. Şimdilik araştırmalarda görünen Ak Parti’nin yüzde 33 ve civarında oy alacağı. Bu oran bazen gündelik gelişmelerle yüzde 35-36’ya kadar tırmandı, bazen de yüzde 30 sınırına kadar geriledi. MHP’nin durumu ise daha kritik. Çok sayıda araştırmada MHP yeni baraj olan yüzde 7’ye tehlikeli derecede yakın bir oya sahip. İki partinin oylarını toplamak anlamlı değil ama şimdiden söyleyebiliriz: Cumhur İttifakı bir sonraki Meclis’te çoğunluk elde edemeyecek; Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden seçilse bile bugün olduğu gibi canının istediği milletvekilini istifa ettirip kabinesine bakan yapamayacak.
Cumhur İttifakı çoğunluk sağlayamayacak ama 6’lı ittifakın da, seçime ister birlikte girsin ister iki ayrı ittifak halinde- gelecekte bir arada durmayı başarsa dahi Meclis çoğunluğunu elde edip etmeyeceğini şimdiden kestirmek zor. Anayasa değişikliği çoğunluğuna ise (3/5) ulaşamayacakları şimdiden kesin. Meclis’te dengeleri HDP kuracak veya bozacak.
Salı günü yazmaya çalıştım, önümüzdeki seçimin ana belirleyicisi ekonomik duruma ilişkin gerçekler ve algılar olacak. Durum iyiye mi gidiyor, yoksa daha kötü olmadığımıza şükür mü etmeliyiz? Ekonomiyi içine düştüğü bataktan Tayyip Erdoğan mı çıkarır, yoksa muhalefetin bugün adını bilmediğimiz adayı mı? Ekonomiyi kurtarmak için dış politikada taviz verip daha az bağımsız mı olacağız, yoksa “fakir ama bağımsız” mı olacağız? Böyle sorular seçim gündemini şimdiden oluşturuyor.
Bu ağır gündem ve belirsizlik içinde muhalefetin üzerinde anlaştığı ender konulardan biri, garip biçimde işleri ağırdan almak.
6 parti, “Önce ilkeler ve program, sonra aday” diyerek uzlaştı. Bu uzlaşma bir siyasi stratejinin ve ona uygun taktiğin sonucu muydu, yoksa herkesin işine gelen aday meselesini erteleme taktiği miydi, bu biraz tartışmalı.
Kağıt üzerinde baktığınızda kurulan strateji doğru gibi gözüküyor. Elbette önce başkanın hangi ilkelerle ve hangi programla yöneteceği belirlenmeli; sonra da 6 parti bu programı uygulayacak aday üzerinde birleşmeli.
Yalnız bir önemli mesele var: Bu ilkeleri ve programı belirleyecek olan muhalefet komisyonu daha yeni oluştu ve işini tamamlaması zaman alacak gibi duruyor. Oysa zaman çok değerli ve önemli.
Bu işleyişle ilgili bir yakıcı şüphe, masadaki bazı liderlerin komisyondan zaten sonuç beklemedikleri, yumurta kapıya dayanıp bir çeşit “kriz” ortamı olduğunda da raconu kesip kendi görüşlerini diğer partilere dikte etmek istedikleri yönünde. Kim o liderler? Elbette şüphe okları CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile İyi Parti lideri Meral Akşener’i gösteriyor. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun ciddi bir alınganlığa girmesine neden olan Gültekin Uysal’ın son sözlerinin arkasında Akşener’i gören çok sayıda isim var.
Ali Babacan geçen gün yine söylemiş, “Biz henüz ittifakta değiliz” demiş. Tamam değiller ama 6’lı masayla birlikte durmaya devam ettikçe bu sözlerin anlamı azalıyor, o da bunu görüyor olmalı.
Benzer bir durum, farklılığını belli etmeye çalışan Ahmet Davutoğlu ve Temel Karamollaoğlu için de geçerli.
Evet, muhalefet açısından bu küçük partilerin önemi çok büyük ama öte yandan o partiler açısından muhalefet blokundan ayrılmanın bedeli de çok yüksek.
Bekleyiş uzadıkça sinirlerin gerilmesi de normal.