İstiklal Caddesindeki bombanın beraberinde getirdikleri
İstanbul polisi de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, İstiklal Caddesinde patlayan bombanın PKK’nın işi olduğundan kuşku duymuyorlar.
Türkiye’de uzun zamandan beri ses getirici eylem yapabilmeye uğraşan ama pek çok girişimi polis tarafından engellenen PKK’nın hemen akla gelmesinden daha doğal bir şey yok.
Polis, 6 kişinin canını alan eylem sonrası, bombayı oraya yerleştiren kişi olduğu kamera kayıtlarında tabak gibi gözüken Suriyeli kadını ve onunla bağlantılı bir sürü insanı yakaladı bile. Yakalananlar arasında maalesef eylemin esas uygulayıcısı olan adam yok ama onları eylem sonrası Yunanistan’a kaçıracak insan kaçakçıları dahil pek çok kişi gözaltında.
Polis, eylemin talimatının doğrudan Kobani’den verildiğini söylüyor. Bunu sanıyorum telefon sinyallerinin geldiği yere bakarak buluyor; konuşmaların içeriğini ise Arap asıllı bombacı kadın anlatıyor anlaşıldığı kadarıyla.
Eğer gerçekten eylemi PKK/YPG’nin gerçekleştirdiği, eylem talimatının da Kobani’den geldiği kesinleşirse, ortaya bir dizi tehlikeli durum çıkacak.
Bunlardan ilk akla geleni, gerek bombayı götürüp İstiklal Caddesinde kalabalığın ortasına bırakan kadının, gerek iki insan kaçakçısının ve gerekse kaçak olarak aranan kişinin etnik olarak Arap olması.
Oysa PKK bir Kürt milliyetçisi örgüt.
Evet, örgütün Suriye’deki silahlı kanadı YPG, Amerikalıların adına SDG dediği tuhaf ordu içinde az sayıda da olsa Arap ve Türkmen unsurlarla birlikte çalışıyor ama bu silahlı güçteki Kürt olmayan unsurlar Suriye’deki kendi evleri ve toprakları için çarpışıyor. Aynı unsurların PKK/YPG’nin Türkiye’de sivillere yönelik eylemlerine aynı gönüllülükte katılacağı son derece şüpheli.
Ya da biz öyle sanıyoruz. Baksanıza bombayı taşıyan kadını PKK/YPG ta Halep’ten almış saflarına katmış; onu istihbarat elemanı olarak eğitmiş. Polisin bize aktardığı öykü bu.
Eğer eylemin arkasında gerçekten PKK/YPG varsa, bundan sonra son bir yıl içinde Suriye’den gelen bütün Arap mülteciler de potansiyel olarak şüphe çekici olacak demektir.
En fenası şu: Son 1 yılda ülkemize kaç Suriyeli Arap’ın geldiğini de, PKK’nın böyle aylarca uykuya yatan kaç tane daha Arap terör hücresi ve istihbarat elemanı olduğunu da hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Bu son söylediğimin güvenlik açısından ima ettiği, PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşmak üzere bir ‘hibrit güç’ oluşturduğu. Yani sadece Kürtlerden değil içinde Arapların ve belki Türkmenlerin bile bulunabileceği bir güç.
Bu, PKK’nın yeraltı faaliyetleriyle mücadeleyi geçmişe göre çok daha fazla zorlaştıran bir şey olur.
Bir konu dikkat çekici: Eylemci kadın ve halen firari olarak aranan adam, Esenler’de bir konfeksiyon atölyesinde aylarca çalışmış, oradaki bir evde yaşamış.
Henüz bu konuda bir bilgi yansımadı ama herhalde bu eylemci kadın kayıtlı bir sığınmacı değildi. O zaman sormak gerekmez mi: Bir konfeksiyon atölyesinde çalışacak kadar büyük ve geniş bir kayıt dışı mülteci ağı mı var İstanbul’da.
‘Elbette var’ diyen okur tepkisini şimdiden duyar gibiyim; evet bence de var. O halde sorunumuz sadece hudutları korumaktan ibaret değil.
Suriye’den Türkiye’ye kolayca geçebilen bu kadın ve beraberindekiler İstanbul’un Esenler’ine kadar sorunsuz gelmiş ve hatta burada işe bile yerleşmişler.
Oysa terör eylemi yapmaya veya istihbarat elemanı olarak gelen kişiler açısından kaçak işlerde çalışmak ciddi bir risk. Valiliğin ve polisin neredeyse her hafta gururla ‘Şu kadar kayıt dışı yabancıyı sınır dışı ettik’ diye duyuru yaptığı İstanbul’da bu kadar görünür olmayı tercih etmek, terörist açısından ciddi bir tehlike aslında. Ama belli ki onlar bunu yapmakta bir risk görmemişler.
‘Bir bildikleri olsa gerek’ diyeceğim, herkes bir komplo teorisinden söz ettiğimi sanıp yanlış anlayacak. Hayır, demek istediğim İstanbul’da ve Türkiye’de yasadışı yabancılara karşı kontrolların bu kadar gevşek olduğunu biliyor olmaları.
Zaman zaman alevlenen bu kontrolların göstermelik olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz?
Türkiye’de uzun yıllardır terörle birlikte yaşıyoruz ve teröre karşı alınan, aslında hepimize hayatı zorlaştıran bir sürü önleme de alışkınız. Örneğin ülkemizde bütün telefon hatlarının gerçek veya tüzel bir kişiyle ilişkilendirilmesi gerekiyor.
Bize hayatı zorlaştıran bu polis devleti uygulaması mafyaya veya terör örgütüne en ufak bir zorluk bile yaşatmıyor. Onlar telefon alacaklarına telefon şirketinden bayilik almışlar; o bayiye getirilen gerçek kimliklere aitmiş gibi kendilerine hat alıyorlar. Bu olayda kullanılan sahte kimlik MHP ilçe başkanının çıktı da bu yöntemi de öğrendik.
‘Su uyur, düşman uyumaz’ derler, aynı söz terör için de geçerli.
Umalım ki, polis hızlı hareket etsin, Türkiye yeniden bir terör sarmalına girmesin.
Herkesin eski travması yeniden ortaya çıktı çünkü.