İnsan hakları konusunda kaç yıl geriye dönmek istersiniz?

Biliyorsunuz, artık gündemimizden düşmüş gibi gözükse de, halen yaşamaya devam ettiğimiz çok büyük bir hukuk devleti krizimiz var.

Ülkemizde Anayasa Mahkemesi bir karar aldı ama bu kararı uygulaması gereken yargı organları onu uygulamıyor.

Esasında hayal etmesi bile zor bir durum bu. Bir mahkeme kararının, hem de Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmaması, ülkemizin hala bir hukuk devleti olup olmadığını sorgulatır nitelikte büyük bir olay.

Bu büyük krizi yargı kendi içinde çözemeyince, krizin çözümü için bir tane adres kaldı: Türkiye Büyük Millet Meclisi.

Eğer hukuk devleti kıymetliyse ve hukuk devletinde mahkeme kararlarına uymak şartsa, Meclis bu durumu bir yasa çıkartarak, hatta Anayasa değişikliği yaparak bir kez daha gösterebilirdi.

Hayır, Meclis bunu yapmadı, onun yerine Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan Yargıtay’ın kararında tavsiye edilen şeyi yaptı, TİP milletvekili Can Atalay’ın vekilliği düştü.

Bunun anlamı, Meclis Başkanlığı’nın da Anayasa Mahkemesi kararına uymamasıydı, başka bir şey değil. Aynen İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi gibi Meclis Başkanlığı da Anayasa Mahkemesi’ne dönüp ‘Ben senin yargı yetkini tanımıyorum’ diyordu.

Şimdi öğreniyoruz ki bu konuda bir adım daha geliyor: Adalet Bakanlığı, hiç de üstüne vazife olmayan bir işe kalkışmış ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını ciddi biçimde kısıtlayacak bir yasa taslağı hazırlamış.

Bizim Anayasamıza baktığınızda, yürütme yetkisinin tek bir kişi tarafından, Cumhurbaşkanı tarafından kullanılacağını görürsünüz. Başkanlık sistemi bu zaten.

O yüzden yürütme organının çeşitli yerlerinde yapılan işlemlerin tamamı aslında Cumhurbaşkanı adına yapılır. Bu yasa taslağı da Cumhurbaşkanı adına hazırlanmış bir taslak.

Taslak, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş kanunda ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda değişiklik öngörüyor. Bu değişikliklerle birlikte Anayasa Mahkemesi’nin kendisine yapılacak bireysel başvurularda yeniden yargılama yapılmasına hükmetme yetkisi kaldırılıyor.

Diyelim ki, mahkemede adil yargılanmadığınızı düşünerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurdunuz ve mahkeme de sizi haklı buldu, adil yargılanma hakkınızın ihlal edildiğine karar verdi. Peki bu kararın sonucu ne olacak? Mevcut yasalar, Anayasa Mahkemesi’ne ‘Hak ihlalini ortadan kaldırması’nı da emrediyor. Adil yargılanmadığı tespit edilen bir kişinin uğradığı bu hak ihlalinin ortadan kalkmasının yegane yolu, onun adil yargılanması olabilir. Eh, bu da kaçınılmaz biçimde o kişi için yeniden yargılama kararı verilmesini gerektirir.

Şimdi yeniden yargılama kararı alma yetkisini kaldırmak demek, ‘hak ihlalini tespit et ve bununla yetin’ demek, başka bir şey değil.

Bu da tuhaf bir durum değil mi? Aynı devletin bir yargı organı bir bireyi yargılayıp mahkum edecek; bir başka yargı organı ise ona dönüp ‘Ya kusura bakma yargılarken senin insan hakların ihlal edilmiş, hukuken delil olmaması gereken şeylerle ve işkenceyle elde edilmiş ifadelerle mahkum edilmişsin ama yapacak bir şey yok, şeriatın kestiği parmak acımaz’ diyecek.

Yalnız bir büyük problem var:

Diyelim bir yasa çıkarıp Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yargılama kararı verme yetkisini elinden aldınız. Peki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini ne yapacaksınız? Onu nasıl kısacaksınız?

Türkiye 1987 yılında kendi vatandaşlarına AİHM’ye bireysel başvuru hakkı tanıdı. Ardından bu hakkı daha da genişletti, 1990 yılında AİHM’nin yargı yetkisini de kabul etti. Yani, o tarihten itibaran Türkiye AİHM’nin kararlarına uyacağını taahhüt etti. Yetmedi, 2004 yılında Anayasanın 90. maddesine ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır’ cümlesini ekledi. Yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve AİHM kararlarının iç hukukun üstünde olduğunu kayda bağladı.

AİHM Türkiye’de kendisine gelen başvurularda çok sayıda yeniden yargılama kararı aldı. Bunlar içinde en ünlüsü Kürt siyasetçi Leyla Zana ile ilgili olanıydı; Zana yeniden yargılandı ve hapisten çıktı.

Ama AİHM’nin yeniden yargılama kararları da her zaman hem yerel mahkemeler hem de Yargıtay’dan tepki gördü, çoğu da uygulanmadı. Bu uygulanmayan kararlara son örnekler, AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili kararları. Hatta bu yüzden, Türkiye kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nde üyeliğinin askıya alınması tehlikesiyle karşı karşıya.

İnsan hakları ihlallerini ortadan kaldırmadığınız sürece, ister yeniden yargılama yetkisini yok edin ister verilen yeniden yargılama kararlarını uygulamayın, durum değişmiyor: Türkiye insan haklarını ihlal eden bir yargıya sahip olmaya devam ediyor ve yasama kuvvetiyle yürütme kuvveti de bir olup o yargıya destek veriyor durumuna geliyor.

O yüzden söylenecek şey, Adalet Bakanlığı’nın bu taslağı hazırlamaktan vaz geçmesini, onun yerine mahkemelerin vatandaşların insan haklarını çiğnemeden onları yargılamasını sağlamaya çalışmasını dilemek.

İnsan hakları konusunda çok uzun bir yoldan bugünkü noktaya geldik; buradan geri dönmek hepimiz için çok acı olur.

YORUMLAR (27)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
27 Yorum