Demokrasi ve özgürlük vaadi bugün seçim kazandırır mı?
Bundan 30 yıl önce dünya bir rüyanın içindeydi. Soğuk Savaş sona ermiş, komünizm kaybetmiş ve bu savaştan kapitalist liberal demokrasiler galibiyetle çıkmıştı.
Artık dünya kaçınılmaz biçimde liberal demokrasi olma yolunda ilerleyecek, kapitalizm ve liberal demokrasi el ele verip dünyayı hepimiz için cennete çevirecekti.
Aradan 30 yıl geçti; durum hiç öyle değil. Daha 10 gün önce açıklandı, meşhur The Economist dergisinin araştırma birimi Economist Intelligence Unit’in 2021 yılı için hazırladığı “Demokrasi Endeksi”ne bakacak olursak, bugün dünya üzerinde yaşayan insanların yüzde 37,1’i otoriter rejimler altında. Buna bir de Türkiye gibi ülkelerin de dahil olduğu “melez rejimler”i, yani demokrasi gibi duran ama otoriter eğilimleri ağır basan rejimleri ekleyecek olursak dünya üzerinde yaşayanların yüzde 54,3’ü “kusurlu” bile olsa demokratik özgürlüklerin tadını çıkaramıyor demektir.
Aynı rapora göre insanların sadece yüzde 6,4’ü “tam demokrasi” altında yaşıyor; yüzde 39,3’ü ise “kusurlu demokrasi” kategorisindeki ülkelerde.
“Tam” demokrasiler arasında Mauritius’u, Costa Rica’yı görmek mümkün. “Kusurlu”lar arasında ise Fransa, ABD ve İspanya da var.
Endekse göre “tam” demokrasiler 10 üzerinden 10 almaya en yakın ülkeler. Listenin birincisi Norveç’in notu 9,75 örneğin. Kusurlu demokrasilerin en alt sırasındaki Karadağ’ın notu ise 6,02.
Listenin 103. sırasında olan ve “melez demokrasiler” liginden “otoriter ligi”ne düşmesine çok az puan kalmış olan Türkiye’nin notu 4,35.
EIU uzmanları ülkemizdeki çoğulculuk ve seçim süreçlerine 10 üzerinden 3,50; hükümetin işlevini görüp görmemesine 5, siyasi katılıma 5,56, ülkemizdeki siyasi kültüre 5,63 ve özgürlüklerimize 2,63 not vermişler.
Hala “melez demokrasi” olarak kalan ama bizden daha düşük not alan 5 ülke var: Pakistan, Fildişi Sahili, Benin, Nijerya, Moritanya. (Endeksin tamamını buradan indirebilirsiniz: https://drive.google.com/file/d/1HqI8OW4dw_4424e2vqW1r2XSqrvQlxVp/view?usp=sharing)
Şunu unutmayalım, bir zamanlar ülkemiz bu endekste de, diğer bazı özgürlük ve demokrasi endekslerinde de çok daha yukarı sıralardaydı; “melez” değil “kusurlu demokrasi”ydik, son kalan üç beş kusurumuzu da gidersek Mauritius’un veya Costa Rica’nın yanına kadar yükselmemiz mümkün gözüküyordu. Hatta o zamanlar Başbakan olan Tayyip Erdoğan, bu endekslerden birindeki kategorizasyona referans vererek “İleri demokrasi olacağız” da demişti.
Eğer bu türden endeksler ve uluslararası kıyaslamalar bir ölçüt kabul edilecekse, ülkemizin bugün sahip olduğu seviyenin, özellikle de özgürlüklerimizin düzeyinin Ak Parti ile Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldiği 2002’deki seviyesinden bir hayli geride olduğunu görmeliyiz.
Özgürlüklerimiz ve demokrasinin genel seviyesi 2011’den itibaren öyle hızlı geriledi ki, bugün ne kaybettiğimizi bile hatırlayamaz durumdayız.
Eline bırakın silah almayı çoğu zaman yüksek sesle bile konuşmamış Osman Kavala’nın dört yıldır hapiste olması; insanların yıllar önce yazdıkları şeyler yüzünden sosyal medyada lince tabi tutulması; bazılarının yıllar önce yazdıkları ve söyledikleri şeyler yüzünden bugün Cumhurbaşkanına hakaretten veya terörden yargılanıyor olması, ülkemizde nasıl bir iklim değişimi yaşadığımızı ve üstelik bu yeni özgürlüksüzlük ikliminin nasıl hakim duruma geldiğini gösteren çarpıcı örnekler.
Hep ekonomik ve kurumsal bir restorasyondan söz ediliyor ama özgürlükler alanının bir daha yıkılmamak üzere restore edilmesine maalesef çok daha az kafa yoruluyor.
Ben dahil pek çok siyasi analiz esnafı, muhalefetteki 6 partinin seçimleri kazanmaya yetecek bir “kurucu programı” olup olmadığını sorguluyor, zaman zaman ağır eleştiriler de getiriyor.
6 parti, şimdilik kapsamlı bir anayasa değişiklik paketi üzerinde uzlaşmış gibi gözüküyor. Bu uzlaşma, sadece Cumhurbaşkanlığı sistemine son verip yerine parlamenter sistemi geri getirmeyi hedefleyen sınırlı bir uzlaşma değil; anayasanın temel hak ve özgürlükler dahil pek çok yerine dokunmayı, oraları değiştirmeyi öngörüyor.
Biz gazeteciler, 28 Şubat günü açıklama yapacak olan 6 siyasi partiyi “parlamenter sisteme dönmekte uzlaştılar” diye anlatıyoruz ama bu başlık yanlış aslında. Bu partiler bir çeşit demokrasi ve özgürlük manifestosunda uzlaştı.
Yazıya bundan 30 yıl önceyi, soğuk savaşın bitişini hatırlatarak başladım, yine 30 yıl önceyi hatırlatarak bitireyim:
Bundan 30 yıl önce, 1991 seçimine giderken muhalefetteki iki parti, Süleyman Demirel’in DYP’si ile Erdal İnönü’nün SHP’si topluma esas olarak demokrasi ve özgürlük vaat ediyordu. Demirel, “Konuşan Türkiye”den söz ediyordu gittiği her yerde, Erdal İnönü yeni ve özgür bir Türkiye vaat ediyordu.
Demokrasi ve özgürlük talebi, bu iki lidere o zaman seçim kazandırmıştı. Bugün demokrasi ve özgürlük talebinin sahiden seçim kazandırmayacağını mı düşünüyoruz?