Taha Akyol’un zaman makinesi
Kendimi bildim bileli şu hayali kurarım. Bir zaman makinesi olsa ve ben tarihimizin dönüm noktalarını gözlerimle görebilsem. Hani vücutça gidip orada bulunmak da güzel ama görebilsem, duyabilsem yeter.
Bir cins sesli video gibi…
Taha Akyol zaman makinesi icat etmemiş ama ondan çok uzakta değil. Birçok kitabında, olup biteni o günlerin gazetelerinden izliyor. Belki gözlerinizle görmüyor, kulaklarınızla duymuyorsunuz ama kendinizi şöyle hayal edebilirsiniz: Evinde oturup günlük gazeteleri okuyan birisiniz… Bir, iki değil, hemen bütün gazeteler geliyor ve siz, olan biteni günü gününe o gazetelerden izliyorsunuz. Sırf bu kadar olsa belki olayların içine nüfuz edemezdiniz. Akyol bütün bu nakillerin üstüne bir de kendi özetini ve yorumunu veriyor.
Yorumlarken bir şey daha yapıyor: O günlerin olaylarının bugünkülerle benzerliklerini buluyor ve “İşte, tarih tekerrür etmiyor mu? Hiç olmazsa kafiyeli değil mi?” dercesine okuyucusuna gösteriyor.
OLAYLARIN ÖZÜ
Bunları, son kitabı, Neden 29 Ekim? Cumhuriyetin İlanına Giden Yol (Doğan Kitap 2023) için yazıyorum ama zaman makinesi daha önce de defalarca işledi. Eksik bir liste şöyle, Laf Dinlemedi - Merkez Bankası Nereden Nereye? (Doğan Kitap 2022), Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca- Otoriter Demokrasi: 1946-1960 (Doğan Kitap 2021), Onlar da Kahramandı: Güce Boyun Eğmediler (Doğan Kitap 2020). Hepsi tarihî diyeceksiniz. Ama hepsi da aktüel.
“Akyol’un zaman makinesi” kavramını düşünürken aklıma bir ibare geldi: Zübdei Vakaiyat. Olayların özü. Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın 17. asır gözlemleri. Fakat Sarı Mehmet Paşa’nın yaptığı daha kolay. Çoğunlukla bizzat gözlediklerini yazıyor. Taha Akyol, pek azını bizzat gözlediği “vakaiyat”ı, basının gerçeklik madenini kazarak her yönüyle bize getiriyor.
Gelecekte 20. asır tarihimizi yazmaya kalkan akademisyenler, işe Taha Akyol’un kitaplarından başlasalar iyi ederler. Aylar, yıllar tasarruf ederler.
Nihayet, Taha Akyol gazeteci. Burada “gazeteci”yi üslubu için kullandım. Bir yerlere çarpmadan, anaforlar yapmadan, “Ne demişti?” diye bir daha okumayı gerektirmeyen bir üslup. Başka bir gazeteci arkadaşımın deyişiyle “lokum gibi”. Ben de öyle yazmaya çalışıyorum. Yazının kaybolan sanatlardan biri hâline geldiği günümüzde bu çok önemli ve acil. Niçin akademisyenler de öyle yazmazlar; öyle yazmayı öğrenmezler?
HAKİKATEN, NEDEN 29 EKİM?
Gazeteciliğinin bir başka yansıması da 5N1K. Ne? Neden? Nasıl? Nerede? Ne zaman? Kim? Gazetecilerin bugün için uyguladıkları bu formülü Akyol, geçmişe uyguluyor. Tarih için bundan iyisi can sağlığı.
Kadim dostum Taha Akyol, telefonda, kitabı nihayet bitirdiğini haber verirken bir de bir milyon liralık soru sordu. “Neden 29 Ekim?” başlığı sana ne ifade eder? Ve ben doğru cevabı bildim: “Neden 28 Ekim veya 30 Ekim değil de 29 Ekim.” dedim. Tabii tam doğrusu niçin bir ay önce, bir ay sonra değil de o zaman olmalıydı. Sonra Taha, söylediğimin niçin doğru olduğunu açıkladı. Bu zamanlama muhalefetin önünü kesen bir hamleydi. Atatürk’ün arzusu hilafına, Rauf Bey Meclis Başkan Vekilliğine, Sabit Bey de Dâhiliye Vekilliğine seçilmişti. Bu anda Cumhuriyet’e geçilmesi, hükümeti belirleme yetkisini Cumhurbaşkanı’na vermek demekti ve şah-mat diyen bir hamleydi.
Atatürk’ün Rauf ve Sabit Beylerin seçimini tasvip etmediği tahmin değil. Akyol, bunu Atatürk’ün Nutuk’taki beyanını alıntılayarak gösteriyor.
Tabii bu, Cumhuriyet bu şahıslara engel olmak için ilan edildi demek değildir. Cumhuriyet ama bir hafta, ama bir ay sonra mutlaka ilan edilecekti. Zaten içinde bulunulan, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğu rejim cumhuriyetten başka bir şey değildi.
DÜN BUGÜNE IŞIK TUTAR
Geçmişin bugüne örnek teşkil etmesinin bir misali, kitaptaki Ziya Gökalp alıntısıdır: “Bütün kanunların anayasaya uygun olmasını nasıl temin etmeli?.. Türkiye’de de Amerika’da olduğu gibi bir Yüce Mahkeme’nin tesisine ihtiyaç var. Bu mahkeme, hem özel kanunların Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na uygun olup olmadığını, hem de nizamnamelerin ve talimatların özel kanunlara uygunluğunu tetkik vazifesiyle mükellef olmalıdır.” (Ziya Gökalp, “Yüce Mahkeme”, Küçük Mecmua, 18 Kânun-i evvel (Aralık) 1338/1922, sayı 27, s. 12-13. Akyol 155-156)
Akyol, Ahmet Ağaoğlu’nun da Yüksek Mahkeme fikrinde olduğunu söylüyor; Gökalp’in teklifinde bugünü Anayasa Mahkemesi’yle Danıştay’ın görevlerini birlikte düşündüğüne de işaret ediyor. Ağaoğlu ve Gökalp, bu iki Türkçü, bunları yazdıklarında Batı’da Anayasa Mahkemesi fikri henüz yaygın değildir.
Yazımı, Akyol’un kitabından bir Ziya Gökalp fotoğrafıyla bitireyim. Fotoğrafın altlığı şöyle: “Ziya Gökalp Ankara’da Meclis bahçesinde oturum arasında dinlenirken.” (Vatan, 19 Ağustos 1923)
Bu yıl, Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları”nın da 100. yılıdır. Eser, 1923’te, Ankara- Matbuat ve İstihbarat Matbaasınca yayımlandı.