Kelimelerin kifayetsiz olduğunu…
Geçen yazımda ikili iletişimin kolay olmadığını anlattım.
Siyasetçilerin ikili iletişimden daha zor bir yol tuttuklarını da yazdım. Büyük adamlar, dertlerini karşısındakine sadece bir kez anlatmıyor. Önce hayalet yazarına -negrosuna- anlatıyor. Sonra o geri dönüyor. Bazen sürecin bu bacağı da aksıyor ve konuşmacı karşınıza daha önce hiç görmediği bir metinle çıkıyor. Bu noktada promptere, daha doğrusu ikili ve şimdi de üçlü prompterlere sığınıyoruz ve ortaya cümlelerin rastgele bölündüğü, hiç olmayacak yerlerde vurgulandığı tuhaf bir prompter Türkçesi çıkıyor. Konuşmacının kafası bir sağa, bir sola dönüyor. Görece az tasarruf yapanlar, ortaya da bir prompter koyuyor ve konuşmacı, hani bir zamanlar otomobillerin göğsüne konan ve durmadan başını sallayan kuşlar gibi kesik cümlelerle sağa, öne, sola, öne, sağa bakıyor. Eskiden buna, ‘Gözleri fel-fecir okuyor’ denirdi.
BÜYÜK ADAMLAR VECİZEYE MECBUR
Konuşmak zor. Hele bazen her hafta, olmadı, haftada birkaç kez konuşmak çok zor. Üstelik o büyük adamlar, benim gibi canlarının istediğini söyleyemez ki. Biz duvarlara hadis asan, sonra da onları indirip yerine vecize asan bir kültürün çocuklarıyız. Dolayısıyla büyük adamların sözleri de büyük olmalı. Her biri bir vecize kalibresinde olmalı.
İşte bu her sarf edildiğinde ortada bomba patlamış etkisi yapacak sözleri bulmak, o zavallı hayalet yazarın – ghost writer – negro’nun görevi. Ellerinden geldiğince de yapıyorlar.
Siyasetteki sertliğin bütün suçunu siyasilerimize yüklemeyin. Haksızlık olur. Suçlular, hayalet yazarlar da değil. Suçlu, içinde bulunduğumuz ortam. Her söylediğinde vecize söyleme mecburiyeti. Ne demişti Marshall McLuhan: Ortam mesajın kendisidir! Bizim konuşma yazarları Moliere’in kahramanı Monsieur Jourdain gibi nesir söylemekle yetinemez. Nesir söylenecek söylenmesine ama nesrin her cümlesi de vecize olacak. Siyasette sertliğin, toz- dumanın bir sebebi de mecburiyet.
BOMBASTİK!
Bu tip konuşmalara- yazılara İngilizcede “bombastik” deniyor. Bu söz ve bu sözün sesi hoşuma gitti. Hani her sarf edildiğinde bomba tesiri yapacak, ortalığı toz duman edecek, patlayacak ya… Ondan bombastik demişler diye düşünmüştüm. Dil biliminde böyle acele sonuçlara gitmenin yanlışlığını bir daha gördüm. Webster’den bombastik ve bombast kelimelerinin etimolojisine baktım. Bombayla ilgisi yok. Orta Farsça’dan “pambak” kelimesinden İngilizceye geçmiş. Pambak ne demek? Bizim pamuk! 16 asırda usulca İngilizceye girmiş. Kıyafetlerde insanların mesela omuzlarını olduğundan geniş ve etkileyici göstermek için terzilerin kullandığı şişirmeye denirmiş. Pamukla şişirme… Bizde vatka denilen şey. Eh bu da bizim siyasi konuşmalar için çok yanlış bir anlam değil. Şişirme. Çok şişirirseniz de patlar mı? Patlamasa da sırıtır.
Konuşmayla iletişim zor iş. Hele siyasi ise büsbütün zor. İki kişinin iletişiminde bile düşünme- kodlama- söyleme- duyma- şifre çözme- anlama varken siyasi konuşmalarda işler arapsaçı gibi. Siyasiden negroya, sonra yine siyasiye, sonra promptere… Kanallar böyle birbirine girince bir düşünün bakalım, siyasette ve basındaki bazı sorulara cevap vermek mümkün mü? Öyle mi demek istedi, yoksa böyle mi demek istedi? Acaba asıl maksadı neydi? İyi de acaba o nutku atan bu soruların cevabını biliyor mu! O zaman konuşanı da dinleyeni de içine alan bir körler sağırlar diyaloğu bu. Ama kimse ne kör ne de sağır.
KELİMELER YETMİYOR
Peki, ne yapacağız. Büyük adamların, yüce liderlerimizin ne dediklerini, daha iyisi, aslında ne demek istediklerini nasıl anlayacağız? Bakın insanın fıtratında bu probleme nefis bir çözüm var. İnsan, toplum sayesinde insan olmuş. Toplum da insan sayesinde ortaya çıkmış. İnsan toplumu, toplum insanı yaratmış bir bakıma. İnsanın toplum olabilmesi için iletişim gerekiyor. Onun için insanda ve sadece insanda “lisan” var. Derek Bickerton’un kitabının adı neydi? Adem’in Dili- İnsan Lisanı Nasıl Yarattı Lisan İnsanı Nasıl Yarattı (Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi 2012)
Fakat iki yazıdır yazdıklarımdan anlaşılan o ki sadece lisan yetmiyor. Onun için yüz okuma, vücut dili ve bütün benzer işaretler de iletişimde işin içine giriyor. İnsanlar birbiriyle anlaşırken tek kanaldan, sadece lisandan değil, birçok kanaldan iletişim kuruyor. Bir psikolog, Albert Mehrabian, iletişimin %55, %38 ve %7 ile “vücut dili”, “tonlama” ve “kelimeler” ile yapıldığını söylüyor.
Bu doğruysa şöyle bir deneme yapın. Televizyonda sesi kapatın ve konuşmacıyı dikkatle izleyin. Dediklerini değil de şu %93’ü yakalamaya çalışın. Ben yaptım. Bakın aslında neler söylüyorlar:
Birinci siyasi: Bana biat ettiniz mi? Eyvallah. Ya etmeyenler. Gırrr. Biat edin bana!
İkinci siyasi: Bana düşman mısın? Düşmansın değil mi? Kahrolun düşmanlar!
Üçüncü siyasi: Bunları da kazandım. Hadi torbaya. Öbürlerini de. Hadi onlar da torbaya. Esmer seçmen, sarışın seçmen… Şunlar kaldı, hadi onlar da… Torbaya, torbaya!
Hem bu mesajlar kelimeler gibi bir gün öyle, ertesi gün şöyle değil. Çok tutarlı. İstikrarlı. Hemen hiç değişmiyor. Bazı siyasiler, seslerini kapattığınızda, on yıldır, yirmi yıldır tıpa tıp aynı mesajı veriyor.