Atatürk, Atatürk milliyetçisi değildir
Cumhuriyet’in 1927 ilkelerinden sonuncusu milliyetçilik.
Kurulan yeni devlet, “millet devleti” idi. Hanedan devleti, sınıf devleti, ırk devleti filan değildi. O milletin adı da Türk milleti idi. Türk milletinin tarifi de geçen hafta verdiğim gibi, daha 1924 anayasasında yapılmıştı.
Başlangıçta bunlar son derece açıktır. 100 sene sonra en çok karartılmaya çalışılan da bunlar. Yeni Türk devletinin kurucu değeri milliyetçiliğin önüne, önce “Atatürk milliyetçiliği” adlı bir sis bombası atıldı.
Demek istenen şuydu: Tamam milliyetçilik de milliyetçiliklerin çoğu kötüdür. Bizimki iyi olan cinsi, Atatürk milliyetçiliği.
“CUMHURİYETİMİZİN DAYANAĞI”
Bundan Atatürk milliyetçiliğinin “Türk milliyetçiliği” olmadığını da anlayabilir miyiz? Öyle ya, öyle olsaydı, öyle denirdi. Bakınız size Atatürk’ten bir alıntı:
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. “ (Atatürk’ün Türk Ocakları Kurultay’ında yaptığı konuşmadan. Atatürk’ün Bütün Eserleri, 18. Cilt, s.181)
Yalnız bundan değil, daha nice alıntıdan görülür ki Atatürk, Atatürk milliyetçisi değildir; Türk milliyetçisidir.
Peki ne yapar Türk milliyetçisi?
Atatürk’ün kendi deyişiyle, “En evvel ve her şeyden evvel.”, milleti tarif eden, ayakta tutan Türk kültürünün yatay ve dikey yayılıp korunmasını sağlar. Yatay derken mekânı, düşey derken zamanı kastediyorum.
MİLLİYETÇİ NE YAPAR?
Çok soyut kalmasın. Mesela dil, kültürün baş unsurudur. O hâlde Türk milliyetçisi, önce vatan coğrafyasında standart Türkçe’nin konuşulmasını sağlar. Sonra gelecek nesillere, geçmiş nesillerden gelen edebiyatı ve tarihi aktarır. Buna isterseniz millet inşası deyin, isterseniz milletin bakımı. Fakat millet devletinin ve onun milliyetçi yöneticilerinin yapacakları budur.
Türk milliyetçisinin yapacağı bir ikinci eylem, her türlü ilişkide, Türk milletinin çıkarını diğer milletlerin ve milletten farklı toplum birimlerinin çıkarının üstünde tutmaktır. Sınıf, aşiret, siyasî zümre, sülale ve aklınıza gelen bütün cemaatlerin, gerçek veya sanal sosyal cemiyetlerin. Dünyadaki Fransa’dan İtalya’ya, Almanya’dan Amerika’ya, bütün millet devletlerinde yapılan da budur.
Birden fazla etki merkezi Türkiye Cumhuriyeti’nin millet devleti olmasına, dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin işaret ettiği yolda yürümesine karşıdır. Bölücüler, siyasî ümmetçiler, Batı merkezleri… Bunlar millî mücadele içinde de böyleydi, şimdi de böyledirler. Ancak o zamanlar bu hâl apaçıktı. Batı bize Sevr’i emretmiş, İstanbul da kabul etmişti. İşte bu aşağılıklığa karşı çıkanlara “milliyetçiler” deniyordu. Kim diyordu bunu? Batılılar. Batının haber organlarında, Anadolu direnişçilerinin ismi “nasyonalistler” idi.
Bunlar sevilen insanlar değildi tabiî. Çünkü Batı’nın dikte ettirdiği Sevr’i reddediyorlardı. Batı’nın kolundan tutup getirdiği Yunan’ı kovmak istiyorlardı. Hatta millî misaklarında maazallah, Sykes-Picot’u da reddedip petrol yataklarına uzanmak bile vardı.
O zaman açık, şimdi karartılan da devletimizin bu dayanağıdır. Karartma ve “Sevr propagandası” diyeceğim algı saldırısı, o derece başarılı oldu ki, bırakın milliyetçi kelimesini, Türk demek siyaseten yanlış kabul edildi. Ortaya saçılan, “Türk edebiyatı demeyin, Türkçe edebiyat deyin.” saçmalığı da buna paralel gelişmelerdendir. Andımızın kaldırılışı, bazı resmî dairelerden T. C. rumuzunun silinmesi girişimleri de.
EN EVVEL VE HER ŞEYDEN EVVEL
“Milliyetçi ne yapar?” diye sordum. İşte milliyetçi toplumu bu kaymalardan koruyacak bilgi ve duygunun hem coğrafya üzerinde hem de nesiller arasında öğrenilmesini, korunmasını, zenginleşmesini sağlar.
Bakınız Türk milliyetçisi Atatürk ne diyor:
“Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye‘nin istiklâline, kendi benliğine ananat-ı millîyesine düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir (alkışlar). Beynelmilel vaziyet-i cihana göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anasır-ı ruhiye ile mücehhez olmıyan fertlere ve bu mahiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur (bravo sesleri).”
Bu paragrafı, Atatürk’ün TBMM 1. Dönem 3. Toplanma Yılını Açış konuşmasının 1 Mart 1922 tarihli zaptından aldım. Hemen hemen ayı kelimelerle aynı fikirlerin tekrarlandığı bir konuşmayı da 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nde yapmış.
Milliyetçilik ve millet inşası kısaca budur.
Ve sizler okullardan andımızı kaldırdınız. Sevdiğim bir dostumun deyişiyle: “Yatacak yeriniz yok.”