MHP’nin ‘Hanedana maaş’ teklifi
Sultan Abdulmecid’in kızı Mediha Sultan’ın torunu Fethi Sami (Baltalimanlı), “Dayı Sultan” dediği Vahdeddin Han ve efradıyla beraber sürgüne gönderildiğinde 13 yaşındaydı.
İngiltere’ye göç ettiği 1940 senesine kadar Fransa’da yaşadı.
1993’te İhlas Haber Ajansı’na verdiği bir mülakatta anlattığına göre, Paris’teki delikanlılık günlerinden bir gün, yoksulluktan kırılan ailesine destek olmak için bir iş bulup çalışmaya karar vermiş. Bir gazetenin iş ilanları sayfasında rastladığı “Hamal aranıyor” ilanı üzerine, elinde gazeteyle beraber ilgili adrese gidip müracaatta bulunmuş. Pasaportundaki “Ottoman” (Osmanlı) ibaresini gören firma yetkilisi “Seni işe alamayız” demiş. Fethi Sami Bey “Niçin?” diye sormuş.
Adam, “Çünkü siz Çanakkale’de bizim gemilerimizi batırdınız” demiş. Bunun üzerine Fethi Sami Bey, “Bizim Çanakkale’mizde sizin gemilerinizin ne işiniz vardı ulan?” diye gürleyerek elindeki gazeteyi adamın kafasına geçirmiş. Oh, canıma değsin!
Merhum Enver Ören, Fethi Sami Bey’e ve Osmanlı Hanedanı’nın daha birçok mensubuna sahip çıkmış, onlara İstanbul’da daireler tahsis etmişti. Demokrat Parti döneminde devletin de bazı Hanedan mensuplarına ‘tahsisat-ı mestureden’ maddi destekte bulunduğunu biliyoruz. Sadra külliyen şifa mesabesinde bir devlet inisiyatifi veya sivil inisiyatif ise şimdiye kadar söz konusu olmamıştı hiç.
Şimdi MHP’li milletvekilleri Ekmeleddin İhsanoğlu ve Mustafa Kalaycı, TBMM Başkanlığı’na sundukları bir kanun teklifiyle, Osmanlı Hanedanı’nın hayatta kalan 77 mensubuna ömür boyu maaş bağlanmasını talep ediyor. Meclis, bu talebi öpüp başının üstüne koyarak kabul etmelidir. Bu halkın ve bütün Ümmet-i Muhammed’in göğsünü kabartan bir aileye mensubiyetten başka suçları (!) olmayan insanları sürgüne, yoksulluğa, sefalete mahkûm eden devlet artık ‘o devlet’ değilse, değişmişse, insaf ve adaleti kuşanmışsa, Yeni Türkiye olmuşsa, bu korkunç muamelenin acı neticelerinin devlet eliyle mümkün mertebe telafi edilmesi gayet tabiidir.
Tarihçi Murat Bardakçı ‘Yasal düzenleme münasip değil. Bu iş, Demokrat Parti dönemindeki uygulama örnek alınarak örtülü ödenekle halledilmeli.’ diyor, ama münasip olan tam da budur: Osmanoğullarına resmen, alenen, kanunen sahip çıkmak. Çünkü onlara reva görülen zulüm de resmî, alenî ve kanunî idi. Zulmederken pervasız davranabilen devlet, hakkı teslim ederken mi ‘mahcup’ davranacak?
İhsanoğlu ve Kalaycı’yı bu kanun tekliflerinden ötürü candan tebrik ediyorum.
Neydi o adamın ismi?
Avrupa Parlamentosu Başkanı’nın Alman Bild gazetesine verdiği mülakatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çattığını hatırlıyoruz, fakat adamın ismini ve ne dediğini unuttuk.
Bild’e verdiği artistik poz ise hafızamızdan silinmedi. Elini tabanca yapmış, Erdoğan’a nişan alıyordu. Belli ki Erdoğan’ı çileden çıkarıp saçma sapan bir polemiğe çekmeyi ve bu sayede uzun müddet gündem teşkil etmeyi ummuştu.
Ne var ki Erdoğan hiç oralı olmadı ve adamcağızın hevesi kursağında kaldı. Ettiği onca ‘fiyakalı’ laf sadece bir (sayıyla 1) gün konuşuldu, daha da konuşulmadı. Hayal ettiği ‘düello’ başlamadan bitti. Zirvelerde dövüşerek Avrupa’nın kahraman şövalyesi olma hayali suya düştü.
Bu durum benim çok hoşuma gidiyor.
Chopin’in ‘Cenaze Marşı’, Itrî’nin ‘Tekbir’i
Fransız hanım yazar George Sand, Franko-Polonyalı ünlü bestekâr Chopin’in yakın dostuydu. Marquis diye bir köpeği vardı bu hanımın. Bir gün, Chopin’den, Marquis için bir beste yapmasını istedi. Chopin de oracıkta piyanonun başına geçip “Küçük Köpek Valsi”ni besteledi.
Sand’a göre sadece o valsin değil, meşhur “Cenaze Marşı”nın ilham kaynağı da köpek Marquis. Chopin, Marquis’in ölümü üzerine bestelemiş “Cenaze Marşı”nı.
Polis ve asker şehitlerimizi ahirete yolcularken çalınan marştan bahsediyoruz, evet. Sand’ın verdiği bilgi doğru olmasa bile İslam kültürünün içine tükürülmesi bakımından büyük rezilliktir şehit cenazelerimizde bir Frenk marşının çalınması.
Akşam gazetesi yazarı Emin Pazarcı “Şehit bizim, marş kimin?” başlıklı bir yazıyla bu rezilliğin son bulmasını talep edince konu memleket gündemine taşındı ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de bu uygulamadan rahatsızlığını dile getirerek Itri’nin “Tekbir”inin ne güne durduğunu sordu. Alevlenen tartışma sayesinde mesele çözülecek gibi.
Pazarcı ve Görmez’den Allah razı olsun.