Biz dünyanın vicdanıydık Yâ Hû!

Filipinler hükümeti Müslümanların haklarını gasp ediyor, haydi biz de Mindanao’da bir kilise basıp çoluklu çocuklu cemaati rehin alalım...

İngiliz hükümeti İslam düşmanı, öyleyse Manchester’de bir konser salonunda bomba patlatıp müziksever kâfir gençleri paramparça edelim...

Amerika Birleşik Devletleri, Müslüman kanı mı döküyor? İntikamımızı Mısırlı Kıptilerden önümüze geleni geberterek alalım...

Böyle saçma sapan akıllar yürüterek zulüm yoluna sapan ve saptıkları zulüm yolunun “cihad” olduğunu iddia eden bedhahlar bu ahlaksız, ölçüsüz, adaletsiz, vicdansız savaşlarıyla emperyalizmi filan değil Hududullah’ı bombalıyorlar.

Savaşta aşırı gitmemeye dair ilahî buyrukları ellerinin tersiyle itiyor, Rahmet Peygamberi Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi vesellem) ihanet ediyorlar.

***

Adeta İslam güneşine set çekmek için yırtınan o bedhahlar anlamaz ama biz Müslümanlar dünyanın vicdanıydık Ya Hû!

Bırakın sivillerin kanını dökmeyi veya kendi halinde yaşayan Ezidilerin köylerini basıp onları köleleştirmek gibi akıl almaz uygulamaları, bize en vahşi muamelelerde bulunmuş düşman askerlerine bile merhamet göstererek kalpleri fethederdik biz.

Sene 1149…

İkinci Haçlı Seferi’nin sonu…

Fransa Kralı 7. Louis ve Alman Hükümdarı 3. Konrad’ın komuta ettiği Haçlı Ordusu, Selçuklu Sultanı 1. Mesud komutasındaki İslam ordusu tarafından fena halde mağlup edilmiştir…

Kendilerine “Hacı” diyen Avrupalı askerler perişan bir halde Anadolu’dan çekilmeye çalışmaktadırlar…

Yaralı bereli, aç ve biilaçtırlar…

Türkler yollarını kesip tepelerine binse yapabilecek hiçbir şeyleri yoktur…

Mezhep farkından ötürü onlardan hazzetmeyen Rumların fenalıkları da cabası…

İkinci Haçlı Seferi’ne Fransa Kralı’nın özel kâtibi olarak katılan Odo de Diogilo adlı rahip anlatıyor:

“Eğer Müslüman Türklerin kalplerine, o sefaleti ve felaketi görerek, bir acıma duygusu gelmemiş olsaydı, geri kalan Haçlı kafilesinin durumu çok feci olurdu. Türkler, bu biçarelerin yaralılarına baktılar, fakirlerini cömertlikle beslediler ve sıkıntıdan kurtardılar. Hatta bazı Müslümanlar, Rumların tehdit ve hile ile hacılardan koparmış olduğu Fransız paralarını satın alarak ihtiyacı olan hacılara verdiler. Aynı dinden olmayanların bu koruyucu muameleleri ile dindaşları olan ve kendilerini ağır işlerde kullanan, döven, dolandıran Rumların hareketleri, Hıristiyan hacıları arasında, öyle bir karşılaştırma vesilesi oldu ki, bunlardan pek çoğu kendi istekleri ile kendilerini kurtaran Müslümanların dinini kabul ettiler. Kendilerine karşı zalimce davranan dindaşlarından sakınarak, imansız telakki olunan, fakat haklarında gayet yumuşak ve şefkatle muamele edenlerin arasına emniyetle girdiler. Ve işittiğimize göre, Türkler çekilirken 3 bin kadarı da onlara katılmıştır. Gerçekte Müslümanlar, ifa ettikleri hizmetle yetinerek, bunlardan hiçbirisini dinlerini terk etmeye zorlamamışlardı.”

Ne güzel, ne güzel, ne güzel…

***

Müslüman olmayanların hakkının-hukukunun da olmadığını zanneden, suçlu-suçsuz diye ayırmaksızın haykırıp haykırıp kâfir kellesi kesmeyi marifet belleyen o bedhahlar anlamaz ama biz Müslümanlar dünyanın vicdanıydık, evet.

Lübnanlı Hıristiyan yazar Amin Maalouf (Emin Mâluf), Ölümcül Kimlikler adlı kitabında bu hakikatin altını şöyle çiziyor:

“…O zamana kadar tarihin kıyısında yaşamış olan bu Bedeviler, birkaç on yıl içinde İspanya’dan Hindistan’a kadar uzanan uçsuz bucaksız bir alanın hakimi olmayı başardılar. Hepsinde de şaşılacak derecede düzenli, başkalarına görece saygılı ve boş yere aşırı şiddete başvurmadan.”

“Eğer atalarım, Müslüman orduları tarafından fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak on dört yüzyıl köy ve kentlerinde yaşamaya devam edebileceklerini sanmıyorum. Gerçekten de, İspanya’daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya’daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmamacasına katledildiler, sürgüne zorlandılar, ya da cebren Hıristiyan edildiler.”

“İslam tarihinde daha başlangıçtan itibaren, ötekiyle yan yana yaşama konusunda dikkate değer bir yatkınlık görülür. Geçen yüzyılın sonunda, en büyük İslam gücünün başkenti İstanbul’un nüfusu içinde başlıca Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudilerden oluşan Müslüman olmayan bir çoğunluk bulunuyordu. Aynı dönemde Paris’te Londra’da, Viyana’da ya da Berlin’de nüfusun yarısının Hıristiyan olmayanlardan, Müslüman ve Yahudilerden oluşabileceği düşünülebilir miydi? Bugün bile, kentlerinde müezzinin ezan okuduğunu işiten pek çok Avrupalı rahatsız olurdu.” (Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, Çev. Aysel Bora, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul 2000)

***

Bir tarafta bu güzel literatür, öbür tarafta Bağdadi Grubu’nun, Ebu Sayyaf’ın, Boko Haram’ın, Şebab’ın fenalıkları…

Emperyalistlerin bize reva gördüğü hiçbir zulüm, güya İslam adına işlenen bu fenalıkları mazur göstermez.

Ömer Muhtar’ın dediği gibi “Onlar bizim öğretmenlerimiz değildir” vesselam.

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum