Akşener’in tuhaf bir sözü üzerine
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Barış Pınarı Harekâtı’na ilişkin olarak “Daha önce devleti hendeklerden çıkarıp alan Türk ordusu şimdi de devleti yanlış dış politikalardan alıp çıkarmaya çalışıyor” dedi. Çok ilginç.
Türk ordusu, devletten bağımsız bir irade mi sergiliyor? Kendi kafasına göre re’sen mi müdahale ediyor gidişata? Devlete rağmen mi çıkardı devleti hendeklerden? Barış Pınarı Harekâtı’nı da devletten bağımsız bir iradeyle mi gerçekleştiriyor? Devletin politikası dahilinde, cumhurbaşkanının komutası altında, hükümetin talimatı doğrultusunda hareket etmiyor mu Türk ordusu? Akşener’in mezkûr cümlesi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hükümet üstü ve dahî devlet üstü bir konumda olduğu eski zamanlarda tabii karşılanabilirdi, ama günümüzde fena halde anakronik kaçıyor.
Anakronikliği bir yana, Çözüm Süreci’ne ve Suriye meselesinin seyrüseferine çarpık bir bakışı yansıtması bakımından da bence sorunlu bir cümle.
***
Çözüm Süreci olmasaydı da hendek terörü olurdu; ama Çözüm Süreci olmasaydı hendek terörü kitlesel destekten mahrum kalmazdı. AK Parti iktidarında yepyeni bir hal alan devlet, Kürt Açılımı ve Çözüm Süreci ile, eski devlet olmadığını, Kürtlerin gasp edilmiş haklarını iade etmeye ve geçmişte Kürtlere reva görülen mezalimin oluşturduğu toplumsal zemin üzerinde yükselen terörü barışçıl bir siyasetle sona erdirmeye ve yepyeni bir sayfa açmaya azmettiğini en ufak bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya koyarak, bu uğurda riskler alarak, Çözüm Süreci boyunca -bir çuval inciri berbat etmemek için- PKK’nın bazı tahriklerini görmezden de gelerek “Devlet daha ne yapsın? Gözünüze dizinize dursun!” dedirtmeseydi, “Vur gerilla vur!” diye haykıran on binlerin desteğiyle derinleşirdi o hendekler. Ama ne oldu? Geçmişte “Vur gerilla vur!” diye haykıran kitleler, Çözüm Süreci’nde iyi niyetini gördükleri devletin ihanete uğramasını içlerine sindiremediler ve PKK’nın “halk savaşı” çağrısını cevapsız bıraktılar. O gün bugündür de PKK terörüyle mücadele hatırı sayılır derecede kitlesel bir muhalefetle karşılaşmadan yürüyor. Güvenlik güçleri terörle mücadele yolunda sivil kalabalıklarla muhatap olmak durumunda kalmıyor. Bunda, mücadelenin eski dönemlerden farklı olarak genellikle meşruiyet dairesi içinde kalınarak yürütülmesinin de büyük payı var.
Diyebilirsiniz ki, Çözüm Süreci yerine terörle topyekûn savaş olsaydı işler hendek terörüne kadar varmazdı… Gerçekten öyle mi acaba? Siyasete askerin hakim olduğu ve Çözüm Süreci’nin “Ç”sinin olmadığı 1980’li-90’lı yıllardaki topyekûn savaş, PKK tabanının genişlemesine ve terörün iyice beslenip büyümesine yol açmamış mıydı?
PKK’ya desteğin / katılımın azalması ve PKK terörüyle mücadelenin bugün her zamankinden daha başarılı bir şekilde yürütülebilmesi, başka bazı faktörlerle beraber Çözüm Süreci sayesindedir. Ve Çözüm Süreci nasıl sivil devlet iradesinin tecellisi idiyse, o sürecin ışığında açılan yeni terörle mücadele sayfası da sivil devlet iradesinin tecellisidir.
***
Suriye meselesinin seyrüseferine ve Barış Pınarı Harekâtı’na gelince:
2011’in mart ayında Baas diktatörlüğünün mezalimine karşı kitlesel protesto gösterileri başladı, Baas diktatörlüğü protestoculara kurşun yağdırarak katliam üstüne katliam yaptı, katliamlar rejime tepkiyi büyüttü, protestolar devrim hareketine dönüştü, devrim hareketi yer yer silahlandı, Türkiye bu sürecin başından itibaren rejimi protestoculara karşı müşfik olmaya ve acil demokratik reformlar yapmaya çağırarak -muhaliflere de sağduyudan şaşmamayı, tahriklere kapılmamayı telkin ederek- felaketin önüne geçmeye çalıştı ama sözünü dinletemedi, rejimin şiddeti arttıkça arttı, silahlı muhalefetin dozu da arttıkça arttı, ortalık karışınca durumdan vazife çıkaran El Kaide militanları Irak’tan Suriye’ye geçip IŞİD fırtınasına zemin hazırladılar, PKK da durumdan vazife çıkarıp Suriye’nin kuzeyinde bayrak göstermeye başladı… Türkiye’nin fiili dahlinin söz konusu olmadığı bir süreçti bu.
Günümüz Suriye manzarası ve mülteci meselesi, bu sürecin sonucu. Evet, Türkiye belli bir noktadan sonra devrimcilerden yana tavır koyarak diktatör Beşşar Esed’le köprüleri attı; ama bu tavır, sürecin şekillenmesine tesir etmeyen söz planında bir tavırdı. Bambaşka olsaydı da sürecin şekillenmesine tesir edemez, yüzbinlerce Suriyelinin ölümüne ve milyonlarca Suriyelinin mülteci olmasına yol açan gelişmeleri engelleyemez, Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD-YPG yapılanmasına da engel teşkil edemezdi.
Türkiye’nin somut tavrı, yani mutedil silahlı devrim gruplarıyla fiilî dayanışma, süreç şekillendikten ve geri dönülmez bir hal aldıktan sonra geldi. İyi ki de geldi. O sayede Türkiye’nin bugün Suriye sahasında güçlü bir tabanı var. O sayede Türkiye bugün Suriye’nin kuzeyindeki terörle mücadelesinde yalnız değil; Türk Silahlı Kuvvetleri ile omu omuza çarpışan, hatta Mehmetçiğe yer yer kalkan olan bir “Suriye Milli Ordusu” var. Dahası, Akşener’in “yanlış dış politika” dediği Suriye politikası sayesinde, Baas rejimi ve müttefiklerini hakkaniyete dayalı bir siyasi çözüme zorlayabilecek mevziler kazandı Türkiye. kazandı ve kazanmaya devam ediyor. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla IŞİD’li ve PKK’lı teröristlerden temizlenen Çobanbey, Cerablus, Bab ve Afrin’de -Türkiye’nin de esenliğine hizmet eden- devrimci idareler kurulmuş olmasaydı, ‘demokratik bir yeni Suriye anayasası’ bugün bu kadar gündem teşkil edebilir miydi? Şimdi onlara Resulayn ve Tel Abyad katıldı. Devamı da geleceğe benziyor.
Son söz: Devletin Suriye politikası doğrudur ve Suriye Milli Ordusu’yla birlikte yürütülen Barış Pınarı Harekâtı bu politikanın zıddı filan değil devamıdır.