Şu sıralar uçakla seyahat bir dert; ben o derdi yaşadım
Elimde küçük bir çanta, uçağımın gelmesini bekliyorum ama uçak bir türlü gelmiyor… Oysa teknolojik açıdan her şey mükemmel başlamıştı.
İsmini değiştirerek ‘AJet’ halini almış olan şirket, beni zamanında uyarmış ve uçaktaki yerimi de belirleyerek elektronik uçuş kartı almamı sağlamıştı…
Havalimanında kuyruğa girmem gerekmeden kontrollerden de geçmiştim…
Erkenciyim ve Sabiha Gökçen’de kahve içerken e-postalarımı gözden geçirmiş, son gelişmeleri internet sitelerinden okumuştum…
Fakat o da ne, uçağı bekleyeceğim salona indiğimde hemen fark edilen bir kaosla karşılaşıyorum. Görevliler yerli yerinde, ancak herbirinin önünde olması beklenecekten çok daha fazla sayıda yolcu var ve her yönden protestolar yükseliyor.
Kalabalık inanılır gibi değil. Mahşeri. Bir hasta yolcuyu tekerlekli sandalyesiyle aradan geçirmeye çalışan görevli bir süre sonra pes ediyor…
İzliyorum.
Uçağımın iki saat gecikmeli kalkacağı bilgisi cep telefonuma şirket uyarısı olarak ulaşıyor.
Homurtular ensemde.
Suudlu oldukları anlaşılan bir ailenin yetişkin erkek üyesi, elinde pasaportları, diğer İzmir yolcularıyla birlikte önünde beklediğimin yanındaki kontuara yanaşmaya çalışıyor, başarılı olamayıp tekrar yerine dönüyor.
Trabzon yolcusu olduklarını öğreniyorum.
Cep telefonumun şarjı bitmek üzere, ne yapabilirim?
Teknolojik çözüm köşede beni bekliyor. Her türlü şarj cihazını üstünde barındıran şık bir elektronik kule; ancak çok sayıda kullanıcı yüzünden önünde sıra var.
Gecikmeler şarjları da etkilemiş besbelli.
Her kontuarın önünde oradan geçecek yolcu sayısı kadar kalabalık bulunuyor ve her uçak gecikmeli…
16.10’da kalkacak İzmir uçağının iki saat gecikmeli yeni kalkış saati yaklaşıyor. Tam oradaki kalabalığa katılmaya doğru ilerlemeye çalışırken telefonuma AJet’ten yeni bir özür mesajı düşüyor: Kalkış için yeni saat 19.00…
Arkamda kendisini zor tutan biri var, akranım biri. Yolculuğu Şırnak’tan başlamış, İstanbul üzerinden İzmir’e gidiyor. ‘‘Tam 4 bin 500 lira ödedim ben bu bilete’’ diyor ve kime hesap soracağını bilemiyor.
‘‘Neden kimse sesini çıkartmıyor’’ sorusunu bana yöneltiyor, tam da en uzaktan çığlıklı itirazlar başlamışken… Çığlığı kopartan kadının bununla neyi amaçladığını dakikalar sonra itirazları sona erdiğinde bile öğrenemiyorum.
Daha önce gözlediğim gruptan farklı bir Suudlu aile İzmir uçağını bekleyenler arasında gözüme çarpıyor. Trabzon Suudluların yeni mekanı ve bu aile yanlış yerde.
Hatırlatıyorum.
Teşekkür ederken, adam, kendi diliyle uyardığım için kritik soruyu yöneltmekten kendini alamıyor; ‘‘Burası her zaman böyle midir?’’ sorusunu…
Geldiğine bin pişman hali o kadar belli ki…
‘‘La’’ diyor ve duruyorum. ‘İş yavaşlatma’ Arapçada nasıl ifade edilebilir? ‘‘Takhfif-ul amel’’ dediğimde anlar görünüyor ve aile bizim kontuardan uzaklaşıyor.
Hava kontrol görevlileri, fazladan üstlendikleri inisiyatifleri yerine getirmeyip görev sınırları içerisinde kalarak çalışmaya başlayınca, gecikmeler kaçınılmaz olmuş…
Gayretlerinin karşılığını alamadıkları için…
‘Ne ka ekmek o ka köfte’ der gibiler...
Yerdeki ve havadaki uçuş görevlileri de onlara destek çıkıyor…
Haftalardır süren kargaşanın sebebi bu kadar basit işte.
Önceki ismi ‘Anadolu Jet’ olan şirketin ‘AJet’ haline dönüşmesinin yabancılara satılma girişimi olarak algılanması da bir başka özel durum.
İstanbul’dan Ankara veya İzmir’e gitmem gerektiğinde tercih ettiğim yöntem aslında karayolu. Araçla seyahat.
Paralı yollar gerçekten pahalı hale geldi İstanbul-İzmir arasında. Kısa süre önceki seyahatimizde, benzin bir tarafa, yalnızca yollar bin liradan fazla tuttu. Ancak akıl almaz pahalılaşan uçak ücretleri yüzünden yine de pek çok kişi gibi ben de araçla seyahati tercih ediyorum.
Bu defa…
Uçakla yolculuğun, teknolojik altyapısı mükemmel olmakla birlikte, nasıl ömür törpüsü haline geldiğini denemem gerekiyormuş diyelim.
Arap yolcunun ‘‘Burası her zaman böyle midir?’’ derken yalnızca Sabiha Gökçen havalimanını mı, yoksa ülkeyi mi kast ettiği sonradan aklıma takıldı.
Ya havalimanına bakıp genelleme yaptıysa?