“İçimizdeki Mescid-i Aksa’ları yıkmak isteyen, hainler”
Başlıktaki ifadenin kime ait olduğunu biliyorsunuz. Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kaleme aldığı “Siyasi iki yüzlülüğün belgesi” başlıklı yazısına teşekkür etmek için telefonla kendisini aradığını, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan hakkında bu sözü sarf ettiğini yazdı. (13 Mayıs 2021)
İki hususun altını çizmemiz gerekiyor.
İlki Erdoğan’ın “içimizdeki” sözü dikkatinizi çekmiştir. Bu söz bir kitleyi, bir camiayı, bir tabanı kapsıyor. Bu aynı zamanda bir hüküm cümlesi ve bu hüküm cümlesini kendi adına değil bir kitle adına kuruyor.
İkincisi bir gazeteci olarak Abdülkadir Selvi’nin “siyasi iki yüzlülüğün belgesi” tanımı. Selvi’ye göre Ali Babacan’ın AK Parti’de aktif siyasetçiyken, 2018 seçimlerinde Abdullah Gül’ün muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olması için çalışmalarda bulunması “siyasi bir iki yüzlülük”. Ali Babacan’ın bunu söylemesi de iki yüzlülüğünün bir belgesi!
Erdoğan’a göre Davutoğlu ve Babacan’ın parti kurmaları “siyasi ikiyüzlülüğün”, “ihanetin” çok daha ötesinde bir günah. Yaptıkları normal bir “hainlikle” tanımlanamaz! Onlar kurdukları partilerle Erdoğan’ın ifadesiyle “içimizdeki Mescid-i Aksa’ları yıkmaya çalışan, hainler!”
Erdoğan’ın bu sözünü ilk okuduğumda, siyasi tarihimiz dini kutsalları istismar eden, dini siyasete alet eden politikacı örnekleriyle dolu ama tarihte bu kadar ileriye gideni olmadı dedim.
Ancak birkaç dakika sonra yanıldığımı anladım. Sebebini aşağıda yazacağım ancak önce Erdoğan’ın “içimdeki” değil de kalabalık kitleleri kapsayan “içimizdeki” ifadesi üzerinde durmak istiyorum.
***
Jan-Werner Müller “Popülizm Nedir” kitabında, popülist otoriter liderin en belirgin özelliklerinin, halkı “hakiki millet”, “yerli ve milli” bir kesim olarak ayrıştırdıklarını ve kendilerini de bu yerli ve milli iradenin tek temsilcisi olarak gördüklerini söylüyor. Yani lider konuştuğunda milli irade konuşmuş oluyor. Çünkü liderin bizatihi kendisi milli irade. Popülist otoriter liderler daima gerçek halkın sözcüleridir. Ve halkın bir kesimi, kendi tabanı gerçek anlamda halktır. Millettir.
Amerikalı yazar Tom G. Palmer’in hatırlattığı şu örnek önemli:
“Popülistler genellikle ‘gerçek halkın’ doğru iradesinin tek bir lider etrafında birleştiğine inanırlar. Venezuela’nın popülist devlet başkanı merhum Hugo Chavez “Bundan böyle yalnızca ben Chavez değilim! Chavez biz halktır. Bizler Chavez olarak milyonlarız. Venezula genci, sen de Chavez’sin! Venezuela askeri, sen de Chavez’sin! (aynı şekilde) Balıkçı, çiftçi, köylü, tüccar! Çünkü, Chavez ben değilim, Chavez, bu toplumun ta kendisidir.” (Çeviren Deniz Karakullukçu- https://daktilo1984.com/ceviriler/otoriter-populizmin-korkutucu-yukselisi/ )
19 yıldır ülkeyi aralıksız yöneten Erdoğan’ın söylemlerinde buna benzer onlarca örnek bulmak mümkün.
***
Dini bir kutsalın bu kadar hoyratça siyasette kullanılması ayrı bir tartışma konusudur. Sayın Erdoğan ve AK Partili siyasetçilerin son yıllarda dini siyasete alet etme konusunda sınır tanımadıkları bir gerçek. Onlarca vahim örnek sıralanabilir.
Benim AK Parti üzerinden asıl yazmak ve üzerinde durmak istediğim husus şu:
Daha önce de Babacan ve Davutoğlu’nu “ümmeti bölmekle, davaya ihanet etmekle” suçlayan Erdoğan, Abdülkadir Selvi’ye yazısı için teşekkür ettiğine göre, Erdoğan için AK Partideyken AK Parti’ye karşı bir hazırlık içerisinde olmak “siyasi yüzlülük”.
Kendilerini kamuoyuna Erdemliler Hareketi olarak tanıtan Erdoğan arkadaşları AK Parti’nin kurulma çalışmalarına ne zaman, nasıl ve hangi tarihte başlamışlardı?
Fazilet Partisi, 30 küsur yıllık siyasi geçmişe sahip Milli Görüş hareketinin kapısına kilit vurulan ilk partisi değildi. 1970 tarihinde kurulan Milli Nizam, 1972’de kurulan Milli Selamet ve 1983’te kurulan Refah partileri de aynı akıbeti paylaştı. Kendisinden önceki üç partinin de kapatılma gerekçesi “laikliğe aykırı söylem ve davranışların odağı” olmaktı.
Fazilet Partisi’yle birlikte Milli Görüş geleneğinde bir ilk yaşandı, partinin birinci olağan genel kongresinde Yenilikçiler olarak adlandırılan bir grup çıktı. Partide “tek adamın değil ortak aklın” hakim olmasını, parti içi demokrasinin işlemesini, parti yöneticilerinin belirlenmesinde sadakatin değil, liyakatin esas tutulmasını isteyen yenilikçilerin başını Abdullah Gül çekiyordu. Gül 14 Mayıs 2000 kongresinde Fazilet Partisi’nin genel başkanlığına aday oldu. Ve 30 yıllık Milli Görüş geleneği bir anda “gelenekçiler” ve “yenilikçiler” olarak ikiye ayrıldı.
Yenilikçilerin kaldırdığı bayrak, lidere mutlak itaat ve sadakatin hakim olduğu 30 yıllık Milli Görüş hareketinin bu geleneğini çatırdattı.
Abdullah Gül’ün başını çektiği yenilikçiler “vefasızlıkla, “itaatsizlikle, kartel medyasına alet ve koltuk meraklısı olmakla, davaya ihanetle” itham edildiler. Gazetelerde Recai Kutan’ın kongre öncesinde il başkanlarıyla bir toplantı yaptığı ve il başkanlarına “Bu arkadaşlar davaya zarar veriyorlar, onlara en sert tepkiyi gösterin, cezalarını verin. Bu davaya ben dahi zarar versem bana da tepki gösterin” dediği haberleri yer aldı. (10 Şubat 2000)
Fazilet Partisi’nde yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521 oy aldı, gelenekçi kanadın genel başkan adayı Recai Kutan çok az bir farkla, (geçerli oyların 633’ünü aldı) yeniden partinin genel başkanlığına seçilmiş oldu. (Ntv,15 Mayıs 2000)
Necmettin Erbakan’ın son anda kongreye müdahalesi olmasaydı kongre seçimlerini yenilikçiler kazanacaktı. Siyasi yasaklı olan Erbakan’ın partiyi yenilikçilere kaptırmamak için video konferansla delegelere seslenmesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın iddianamesini güçlendirerek Fazilet Partisi’nin kapısına vurulan kilit oldu.
Bu aynı zamanda AK Parti’nin kurulmasına giden yoldaki ilk adımdı.
Fazilet Partisi kapatılmasaydı Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdullatif Şener, Tayyip Erdoğan siyasi hayatlarına Fazilet Partisi’nde mi devam edeceklerdi?
***
20 Ocak 2012 tarihinde bu soruyu merhum Mehmet Ali Birand 32. Gün Programında ağırladığı Erdoğan’a sordu.
Mehmet Ali Birand: “Sayın Başbakan Fazilet Partisi kapatılmasaydı yine de ayrılacak mıydınız?”
Başbakan Erdoğan: “Şimdi kapatılmamış olsaydı zaten ayrılmamıza gerek yoktu. O zaman partimizin içinde çalışmamıza devam edecektik, ama yeni bir kapamayla karşı karşıya kalınca o zaman artık bir karar vermenin arifesindeydik ve o kararı verdik. Benim zaten o arada cezaevi sürecim oldu. Cezaevi sürecim neticesinde de cezaevindeki yeni dönemle ilgili çalışmalarım, gayretlerim falan orada devam etti. Orada bir yerde belki geleceği kazandık. Biz Fazilet Partisi varken çıkmadık yola Fazilet Partisi kapanınca, çünkü bir yerde ön kesildi.”
Yarına kaldığımız yerden devam…
AK Parti’nin kurucularından Abdüllatif Şener, AK Parti için çalışmalara ne zaman başladıklarını anlattı…