HSYK müdahalede geç mi kaldı?
Geçtiğimiz hafta Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan ‘kaos’ hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek.
İki hâkim giydikleri cübbelerine ihanet etti ve yargıya adalet tarihinde emsali olmayan bir kaos yaşattı.
Ha cübbenin içine silah saklayıp adliyeyi basmışsın, ha cübbenden ip yapıp rehin aldığın adaleti, hukuku darağacında asmaya çalışmışsın.
Biraz ağır oldu farkındayım, ancak iki hakim, işledikleri suçun karşılığının Anayasa’da karşılığının ne olduğunu bile bile, yargıya, adalet tarihinde emsali olmayan bir kaos yaşattılar.
Hukuk fakültesinden içeriye adım atan hukuk fakültesi öğrencisi dahi şu basit ancak hukuki kuralı çok iyi bilir.
“Usul esastan önce gelir.”
Yani…
Kıymetli büyüğüm Taha Akyol’un da yazdığı gibi; “Hangi mahkemenin yetkili olduğu konusu bir ‘usul’ konusudur. Yetkisiz bir mahkemenin verdiği karar esastan adil dahi olsa kabul edilemez.”
Yani verdikleri karar geçersizdir. Hükümsüzdür.
Yok hükmündedir.
Ancak…
Yetkisi olmayan iki mahkemenin; 29. Ve 32. Asliye Ceza Mahkemelerinin ‘Reddi-i Hakim’ ve Hidayet Karaca, Ali Fuat Yılmazer, Yakup Saygılı gibi kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerinde aralarında bulunduğu tutuklu sanıkların tahliyesine, ve davalara bakan hakimlerin reddi yönündeki kararları ‘yok hükmünde’ diyerek geçiştirilemez.
Hakim Metin Özçelik ve Mustafa Başer’in yaptıklarının Anayasadaki ve yasalardaki karşılığı basit ve adi bir suç değildir.
Dolayısıyla, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun iki hakim hakkında başlatmış olduğu hukuki süreçle ‘Anayasa da hukuk da askıya’ falan alınmamıştır. Bilakis 2010 yılından bu yana HSYK eliyle askıya alınan ve adalet dağıtması gereken yargıçlarını dahi mağdur ederek, yargıçlarından hak ve adalet arayan mağdurlar oluşturan idari kurum, yargıçların dahi güvenmediği yargıya yeniden güven tesis etmeye başlamış, HSYK’da hukuk işletilmeye başlamıştır.
Geçen haftadan bu yana tartıştığımız bir husus da HSYK’nın olan bitene geç müdahale edip etmediği…
Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’da pazartesi günü “Maalesef olan biten karşısında HSYK toplantı yapmakla geç kalmıştır’ diyerek HSYK’yı eleştirmişti.
Peki, gerçekten HSYK toplanmakla, Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan kaosa müdahalede geç mi kaldı?
HSYK içerisindeki kaynağıma göre, bırakın geç kalmayı, olabilecek en erken sürede toplandıkları.
32. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Mustafa Başer’in yetkili olmadığı halde verdiği “tahliye” kararı ve kararı UYAP’a girmek ve ceza infaz savcısına göndermek yerine tutukluların avukatlarına vermesi üzerine HSYK Cumartesi gecesi “denetimle yetkili” iki müfettiş gönderiyor Çağlayan Adliyesi’ne.
‘Denetimle’ yetkili müfettişlerin yetkileri Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Yönetmeliğinin 37. Maddesinde açık açık yazmaktadır.
Müfettişler denetim sırasında, denetlenen yerdeki (burada görev yapıp ayrılanlar da dahil) tüm hakim ve savcılar hakkında, araştırma, inceleme veya soruşturma sırasında, re’sen tespit ettikleri ya da ihbar veya şikayet almak üzere öğrendikleri ve gecikmesinde sakınca bulunan hususlarda araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması için önceden olur alması gerekmez.
Yani… İnceleme ve soruşturma yaptıklarını HSYK 3. Daire’ye bildirir. HSYK 3. Daire ‘incelemeyi bırak’ demediği sürece Teftiş Kurulu Müfettişleri, bir Cumhuriyet Savcısı hangi yetkilere sahipse aynı yetkilere sahiptir.
HSYK’dan gelen müfettişler raporlarını HSYK Pazar akşamı ulaştırdılar. Pazartesi sabah saat 11.00’de HSYK 3. Daire müfettiş raporlarını acilen değerlendirmeye tabi tuttu ve iki hakim hakkında soruşturma iznini verdi.
Soruşturma izni üzerine, iki hakim hakkındaki iddiaları, ve müfettiş raporlarını HSYK 2. Daire değerlendirdi ve HSYK durumun aciliyeti üzerine toplandı.
Bilmeyenler için, HSYK 2. Daire HSYK’nın mahkeme makamıdır, karar merciidir.
Peki, normal mevzuatlardaki yazılı yasal süreç izlenseydi ne olurdu?
Biliyorsunuz Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan hukuksuzluk 22 Nisan Çarşamba günü Adalet Komisyonu Başkanı ve Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu tarafından HSYK’ya bildirildiğini yazmıştım.
Adalet Komisyonu Başkanının tutanağını HSYK 3. Daire incelemeye alacak ve durum tespiti yapması için Teftiş Kurulu Müfettişliğinden bir görevlendirme yapacaktı.
‘Durum’ tespiti göreviyle müfettişin görevlendirilmesi adliyeye gitmesi için asgari 3 gün.
Teftiş Kurulu Müfettişleri raporlarını HSYK 3. Daire’ye sunacaklardı. Rapor HSYK 3. Daire üyelerinin imzasına sunulacaktı. HSYK 3. Daire üyeleri müfettiş raporunu inceleyecek ve her üye rapora ilişkin gerekçe yazacaktı. Ki bu gerekçelerinin yazılması için yasal mevzuat üyelere 15 günlük süre veriyor.
15 günün sonunda HSYK 3. Daire tekrar toplanacak ve bir karar verecekti. Verdiği kararının gerekçesinin yazılması ve Adalet Bakanlığına gitmesi, Adalet Bakanlığının onaylaması, iki hakim hakkındaki soruşturma için “olur onayı” vermesi ve kararın HSYK’ya geri gönderilmesi, sonrasında HSYK 2. Dairenin toplanması vesaire…
En iyi ihtimalle 45 günlük bir süreçten bahsediyor, HSYK’daki kaynaklarım.
Oysa HSYK müfettişlerini ‘durum tespiti’ göreviyle değil ‘denetim yetkisiyle’ görevlendirilerek gönderdiler Çağlayan Adliyesi’ne.
HSYK sorumluluğunun bilincinde ve farkında olarak olabilecek en kısa sürede toplanarak iki hakim hakkındaki hukuki süreci başlatmışlardır.
HSYK içindeki yetkiliye şunu sordum.
“Peki, hakimler hakkında neden tutuklanma kararı verildi? Yetkilerini kötüye kullanmalarının cezai karşılığı bu olmamalı değil mi?”
“Bilakis budur. Zira 29. ve 32. Asliye Ceza Hâkimleri, yetkilerini aşmanın, yetkilerini kötüye kullanmanın ötesinde terör suçlamasıyla tutuklu şüphelilere yardım suçu işlemişlerdir. Anayasaya göre de 2082 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 85. Maddesine göre hakimler ve savcılarda tutuklanabilirler. Bu tutuklama kararını ise yetkili mercii yapar ve karara bağlar.”
İki hakimin tutuklama kararını tam da yasalara uygun olarak Ağır Ceza Mahkemesi verdi.
Ne Mustafa Başer ne de Metin Özçelik “verdikleri karardan” dolayı tutuklanmadılar. Her iki hakimde teröre yardım ve sahip çıkmaktan tutuklandılar.
Paniğe gerek… Hukuki süreç işliyor.
Ben bu yazıyı yazarken, yargıdaki başka bir kaynağım aradı…
“Şu soruyu cevapla bakalım” dedi.
HSYK eğer 23-24 Nisan’da müdahale etseydi ne yapabilirdi?
Hakim Metin Özçelik’in görev yerini değiştirirdi, dedim.
Peki, yeterli olur muydu ve bu çok tartışılmaz mıydı?
Doğruydu.
HSYK suçun sabitleşmesini bekledi ve bu örgütün nerelere kadar gidebileceğini gözlemledi. Asıl suç Cumartesi akşamı sabitlendi hem de kamuoyunun gözleri önünde nasıl bir hukuk cinayeti işlendiğine tüm toplum tanıklık etti.
Paralel yapının Bizans oyunlarını aratan kumpaslarına geçit vermeyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihloğlu’nun neden paralel yapının hedefinde olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.
HSYK seçimlerinin neden hayati önemde olduğu anlaşıldı mı?
Siz bakmayın Metin Özçelik ve Mustafa Başer’in “hukuk”, “karar” diyerek şov yapmalarına.
Şov yapmak bunların en iyi bildiği iş.
HSYK hukuki süreci işletiyor. Bu hukuki süreç işledikçe paralel yapı canı ölümüne yanmaya devam edecek.