Hey gidi günler hey!
AK Parti, Pazar günü 15. yılını kutladı. Oldukça sade, olabildiğince mütavazı bir kutlamaydı. Türkiye ağır bir saldırı altında olmasaydı, 250 canımızı daha bir ay öncesinde şehit vermemiş olsaydık belki daha şaaşalı bir kutlama yapabilirlerdi. Çünkü haklarıydı. 15 yıldır Türkiye’nin yönetimindeler. Türkiye’nin genç nesli AK Partili olmayan Başbakan ve Cumhurbaşkanı tanımadı. Onlarla büyüdü. Türkiye’nin geçmiş çalkantılı dönemini bilmiyorlar. 7 Haziran seçimlerinde ‘koalisyon’ ihtimali çıkınca google’da en çok aranan kavramın “koalisyon’ olduğunu hatırlayalım. Başbakan, lider deyince “Erdoğan” diyen bir kuşak var. Ayrıca “Başbakan ve Cumhurbaşkanı” olmanın ancak ‘AK Partili’ olmakla mümkün olduğuna inanıyor dahi olabilirler. Öyle. 15 yılda 4 Başbakan 2 Cumhurbaşkanı çıkartmış bir parti. Ne diyelim, daha nice 15 yıllara kavuşsunlar. Ve katlaya katlaya, coşkuyla, sevinçle, mutlulukla, liderleriyle ve kendileriyle gurur duya duya kutlasınlar, yıldönümlerini, kuruluşlarını…
***
Başbakan Binali Yıldırım’ın yıldönümü konuşmasındaki şu anektod beni ‘yakın geçmiş zaman’ yolculuğuna götürdü:
“AK Parti kurulurken liderimiz Recep Tayyip Erdoğan ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demişti.”
Binali Yıldırım’ın da dediği gibi sahiden, “bu sözün üzerinden 15 yıl geçti” ve Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Olmayacak da…
***
Her şey 2001’in 14 Ağustos’unda 5 kişilik heyet tarafından İçişleri Bakanlığı’na verilen bir dilekçeyle başladı. Hatırlayalım. Belini zaten doğrultamayan Türkiye, o yıl bir de üstüne üstlük, tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizinin içindeydi.
Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yine dönemin başbakanı Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda ülkeyi etkisi altına almış, o etkiyle tsunami dalgaları oluşmuş ve kaçınılmaz son olarak ekonomik krize sebep olmuştu.
Medyadaki “dövize doludizgin yatırım”, “ekonomik kriz”, “kemer sıkma” tatsız haberlerinin arasında, tek iyi haber ya da farklı gelişme, “dağları dele dele su borularını döşeyerek İstanbul’u kuraklıktan kurtaran, çöp yığınlarını bitiren ‘adam’ın” yanına “birkaç arkadaşını”da alarak yeni bir parti kurduğu haberiydi.
***
Sonra…
***
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit hastalandı. Zaten yönetilemez konumda olan ülke hepten yönetilemez sürece girdi. Türkiye’nin gündemine zorunlu olarak erken seçim seçeneği girmiş oldu.
TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan “Erken seçim Türkiye için hayırlı olmaz, Bülent Ecevit’in tedavi sürecinde vekalet mekanizması işletilsin. Vekalette ısrarcıyız, erken seçim istemiyoruz” diye dursun, koalisyon hükümetinin ikinci büyük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli 7 Temmuz 2002’de Türkiye’nin “hayrına olacak” süreci başlattı ve “erken seçim” dedi. Tarihi de verdi: 3 Kasım 2002.
***
Ve Türkiye için “hiçbir şeyin eskisi olmayacağı” süreç başladı.
***
Dile kolay. 14 yılda neler yaşadılar, ne badirelerden geçildi, hep birlikte neler yaşadık ülkecek?
Gerçekten dile kolay ama göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçmiş işte!
Tamam, Ahmet Necdet Sezer AK Parti hükümetine, koalisyon hükümetlerine yaptıklarını yapamadı, Bülent Ecevit’in kafasına Anayasa kitapçığı bir daha fırlatamadı ama milli irade için büyük bir sorun olmaya devam etti.
AK Parti’nin iktidara gelmesinin şokunu atlatanlar, AK Parti’nin iktidara gelmesinin “bir şaka olmadığı gerçeğine uyananlar” gözlerindeki mahmurluk geçince 28 Şubat tecrübesiyle ve önlerindeki ‘andıç’ın mihmandarlığında “ne yapabileceklerini” gözden geçirmeye başladılar.
Erdoğan’ın iptal edilen Siirt seçimiyle birlikte kadronun ve ülke yönetiminin başına geçmesiyle birlikte toplumun “korkutulma” ve AK Partinin “yıpratılma” süreci de başlamış oldu.
O yıl. 2003 yılı 12 ay ve neredeyse 24 saat boyunca aydınlarımız televizyon ekranlarında, gazetelerde sayfalarca “laiklik elden” gidiyor diye ağlaştı.
“Eyvah! Türkiye Malezyalaşıyor mu?” diyen gazeteci arkadaşlarımız gazetelerinin en iyi foto muhabirlerini yanlarına katarak soluğu Malezya’da aldılar. Dizi dizi haberler yaptılar. Aylarca. Gazetelerimiz resmen “Türkiye Malezyalaşıyor” tehlikesine yeterince dikkat çekmek için vardiya yaptı.
Yarına devam edelim…
Dün yaşarken acı veren, üzen ancak bugün gülümseyebildiğimiz anekdotlarla…