Benim cici statükom!
Türkiye’de, birkaç yıl öncesine kadar aşağı yukarı ortada şöyle bir manzara vardı. Daha doğrusu bir ‘kavga’ bir ‘mücadele’ vardı.
Bir yanda, statükocu yapıyı ölümüne korumak isteyen, statükonun bekçiliğine soyunan, statükonun zaten bizatihi kendisi olan CHP ve taraftarları... Ki onlar kendilerini ‘devletin’ sahibi ilan edenler, kendilerinin bu ‘ülke’nin öz evlatları olduğuna inananlar.
Bir yanda da o yapının, o zihniyetin mağdur ettiği;
İstiklal Mahkemeleri’nde asılanların, Takriri Sükun Kanunları’yla susturulanların, her dönem hain ilan edilip vatandaşlıktan atılanların, vatan haini ilan edilenlerin, 1915’te tehcir edilenlerin, 1960 zulmünü yaşayanların, 1970, 1980’de işkence görenlerin, dışlananların ve 28 Şubat mağdurlarının çocukları, torunlarından oluşan yığınlar...
Erdoğan ve arkadaşlarından oluşan AK Parti kadroları, bütün bu yaşanmışlıkları, bu acıları, bu travmaları, bu gözyaşlarını, bu çaresizlikleri ‘ben bitirebilirim’ vaadiyle geldi.
Ben “bu zulümlere” son verebilirim dedi.
2002’de tek başına iktidara geldi ancak AK Parti kendi çatısı altında toplumsal bir koalisyon oluşturdu. Türkiye’nin demokratik bir yapıya kavuşmasını isteyen, kronikleşmiş sorunlarının çözülmesini isteyen, Türkiye’de vesayetin son bulmasını isteyen, askerin kışlasına çekilmesini isteyen, sivil anayasa isteyen, Kürt sorununun, Alevi sorununun çözüme kavuşturulmasını isteyen tüm kesimler ideolojilerini bir kenara bırakarak, gri bir alan oluşturarak, AK Parti’nin şemsiyesi altında toplandılar.
***
Erdoğan’ın 2014 yılına kadar Türkiye’de sürdürdüğü “gerilim siyaseti” hem anlaşılabilir hem de ihtiyaç duyulan bir şeydi.
Öyle ya, statükoda direnenler vardı, o statükonun yıkılmasını isteyenler vardı.
Erdoğan meydanlarda “ah kardeşlerim ah” dedikçe, “ceberrut devlet anlayışından çok çektik çok” dedikçe, “bunlar var ya bunlar, devletin ve kurumlarının değişimine direniyorlar” dedikçe, “91 yıllık Cumhuriyet tarihimiz içinde yaşanan olumsuzluklar, sistemin değişimine direnmesinin bir sonucudur” dedikçe meydanlar inledi. Erdoğan “statüko”, “eski Türkiye yolsuzluklarla, zorbalıklarla, yasaklarla dolu” dedikçe, meydanlar yuhaladı.
Erdoğan “bunlar hep tek parti dönemin zulümleri” deyip, tek parti döneminde yaşanan zulümleri hatırlattıkça, meydanlardan gökyüzüne yuhalama sesleri yükseldi.
***
Bu millet bu statükocu zihniyetten ve onun vesayetçi kurumlarından çok çekmişti.
Üniversite öğrencilerinin karşısında “Yüksek Öğrenim Kurumu” vardı.
Seçilmiş hükümetlerin tepesinde ayakları “postallı askerler” vardı.
Danıştay’ı vardı, Yargıtay’ı vardı, Anayasa Mahkemesi vardı, bürokratik oligarşisi vardı, MİT’i vardı... Vardı da vardı.
80 milyon halkın tepesinde zulmün büyüğü darbe ürünü Anayasa vardı.
“Sistem” değişecekti, devletin bozuk ayarları düzelecekti, Ankara’nın dehlizleri diye bir şey olmayacaktı artık.
Önce “devlet” sonra “millet” anlayışı gidecek önce “millet” sonra “devlet” anlayışı gelecekti.
Öyleydi işte...
Ama...
Birkaç yıldır ortaya çıkan manzara da aşağı yukarı şöyle...
***
“Statükocu devlet”, “vesayetçi kurum”, “bürokratik oligarşi ”, “sorunlu sistem”, “böyle yargı mı olur” vesaire falan filan diyerek “tu kaka” yapılan, eleştirilen, tepki gösterilen ne varsa...
Aslında...
Gayet “cici” yerlermiş.
Aslında öyle o kadar da “tu kaka” kurumlar falan değilmiş.
Aslında kötü olan başkalarının “statüko”suymuş!
Aslında kötü olan başkalarının “bürokratik oligarşi”siymiş!
Ne dersiniz?