‘Kul olayım kalem tutan ellere’
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’in ikinci baskısını hazırlarken bir gün görevle Ankara’ya gitmek zorunda kalır. Niyeti, önsözü Ankara’da yazmaktır. Kardeşi Kenan Tanpınar’a yazdığı tarihsiz bir mektupta Beş Şehir’in son tashihleri yapıp “basıla”sını vermiş olmasına rağmen mukaddimeyi henüz yazamadığını belirttikten sonra şöyle devam eder:
“Felâket tarafı şu ki, dolmakalemimi kaybettim. Aramadığım, başvurmadığım yer kalmadı, bulamadım. Bu da seyahatin ceremesi olacak. Bu yüzden çalışamıyorum. Sana ve Tarık’a mektup yazamamamın bir sebebi de bu. Kurşunkaleme alışamadım. Eğer yarın da bulunmazsa bir kalem satın alacağım. Çünkü Beş Şehir’e mukaddime yazılacak.”
Dolmakalemini kaybetmiş olmanın Tanpınar için gerçekten küçük bir felâket olduğu Dr. Tarık Temel’e yazdığı 20 Eylül 1960 tarihli mektuptan da anlaşılıyor. Yeni bir kalem satın alacaktır almasına, fakat harcırahı ödenirse... “Yarın harcırah alırsam bir kalem satın alacağım. Belki yazı yazabilirim, daha doğrusu Beş Şehir’in mukaddimesini...”
Tanpınar gibi bir yazar ve üniversite hocasının yeni bir dolmakalem satın alabilmek için harcırahın ödenmesini beklemek zorunda kalması hazin... İşin trajik yanı bir tarafa, Beş Şehir yazarının bir dolmakalemci olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Acaba hangi markayı tercih ediyordu? Pelikan mı, Parker mi, Montblanch mı, Scrikss mi?
Keşke bütün yazarlarımızın hangi kalemleri -ve markaları- tercih ettiklerini bilebilseydik. Biyografi yazarlarının bu hususa özellikle dikkat etmelerini rica ediyorum.
***
Benim ilk dolmakalemim, İzmir’den ziyaretimize gelen dayımın hediye ettiği, gri renkli ve madeni kapaklı bir Scrikss’ti. On beş veya on altı yaşındaydım. Yıllarca kullandığım bu kaleme sahip olunca ne kadar sevindiğimi anlatamam.
Dolmakalem bir zamanlar çok değerli bir meta idi; her baba çocuklarına dolmakalem almaz, alamazdı. İlk ve ortaokul yıllarında öğretmenlerin koyu renkli dolmakalemle rine imrenir, derse girip yoklama yapmak üzere masaya oturduktan sonra onu ceketlerinin iç ceplerinden çıkarışlarına, kapağını zarif bir hareketle açışlarına ve ciddi tavırlarla ders defterini imzalayışlarına bayılırdım. Zaman zaman dolmakalemlerini evde unuturlardı. Birkaç arkadaşımızın dört gözle bekledikleri an... Çünkü onların dolmakalemleri vardı ve hep birden koştururlardı.
Belki ilkokul beşinci sınıf, belki orta birdeydim ve arkadaşlarımın dolmakalemlerine çok özeniyordum. Babamı bizar etmiş olacağım ki, bir gün elimden tutup çarşıya götürdü beni, işportacının birinden bir dolmakalem aldı. Yanlış hatırlamıyorsam, o yıllarda ortalığı birden saran uzakdoğu işi kalemlerdendi, “Çin işi” derdik, boyutları normal dolmakaleme göre çok küçüktü. Eve gidinceye kadar dünyanın en mutlu çocuğu bendim; ancak sevincim kursağımda kaldı; dolmakalemim yuttuğu mürekkebin tamamını yazarken âdeta kusmuş, defterimi de, ellerimi de batır mıştı. Bu kalemi -hiç kullanamadığım için- ilk dolmakalemim sayamıyorum.
Peyami Safa’nın elindeki dolmakalem fark ediliyor? Acaba markası ne idi?
Babamdan ikinci bir fedakârlık isteyemeyeceğim için -dayım bir dolmakalem hediye edinceye kadar- yıllarca dolmakalemsiz kaldım.
İkinci dolmakalemimi ne zaman edindiğimi hatırlamıyorum. Kapağı ve diğer ucundaki hareketli kısmı siyah, gövdesi koyu yeşil, madeni kısımları altın sarısı, harika bir Pelikan’dı. Daktiloya, özellikle bilgisayara geçtikten sonra ihmal ettiğim bu dolmakalemin ucunda kuruyan mürekkebi zaman zaman temizler, bir şeyler yazmaya çalışırdım. Sonraları hiç kullanmadığım yığınla dolmakalemim oldu; fakat ilk dolmakalemimle nasılsa kaybettiğim Pelikan’ı hiç unutmadım.
Tükenmez kalemler mi? Onlardan nefret ederdim.
***
Bu acıklı dolmakalem hikâyemi yıllar önce de yazmış ve dolmakalem meraklısı birçok okuyucumdan hoş mektuplar almıştım. Yazının çıktığı gün -yanlış hatırlamıyorsam öğleye doğru- telefonum çaldı; arayan, şimdi Kültür ve Turizm Bakanımız olan Nabi Avcı’ydı ve yazımı okuduğunu, bir kalemsever olarak bana bir dolmakalem hediye etmek istediğini söylemişti. Bu hediyeyi hâlâ bekliyorum.
Latife bir yana, gerçekten seçkin bir entelektüel olan Nabi Bey’in bir dolmakalem meraklısı olduğunu o telefon sayesinde öğrenmiştim.
İflah olmaz bir kalem meraklısı da Doğan Hızlan’dır. Onun koleksiyonunda her çeşitten kalem bulunur. Aslında Doğan Bey sadece kaleme değil, bütün kırtasiye malzemelerine âşık bir yazardır. Herhangi bir toplantıya veya televizyon programına gittiği zaman ilk işi defterlerini ve o gün için seçtiği zarif kalem kutusunu çantasından çıkarmak, kalemlerini etrafındakileri imrendirerek önüne dizmektir. Çeşitli markalarca üretilen en yeni kalemler önce onun elinde arz-ı endam eder.
Aziz dostum, eski YÖK üyesi Muhittin Şimşek’i unuttuğumu zannetmeyiniz. O da zengin bir dolmakalem koleksiyonuna sahiptir ve dört başı mamur bir kalem kitabı –herkes Nabi Bey’den yahut Doğan Hızlan’dan beklerken- onun kaleminden çıkmıştır. Alfa Yayınları’ndan çıkan kitabın ismi Altıncı Parmak... Kalemin kadim zamanlardan başlayıp günümüze uzanan heyecanlı yolculuğunun anlatıldığı bu kitapta kalemle birlikte düşünülmesi gereken objeler de anlatılıyor: Mürekkep, hokka, kalemtıraş, kalem kutusu vb. Zevkli bir kitap; bütün kalemseverlere tavsiye ederim.
Tanpınar’ın elindeki, belki de Ankara’da kaybettiği dolmakalemidir.
Yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim: Bu yazıda kullanmak için yazarlarımızın ellerinde kalemle çekilmiş fotoğraflarını aradım, arşivimde sadece iki fotoğraf bulabildim. Hâlbuki hemen hepsinin sigara içerken çekilmiş fotoğrafları var. İmdi Muhittin Şimşek’e bir soru: Yazarların altıncı parmakları kalem mi, sigara mı?
***
Tanpınar’ın hazin dolmakalem hikâyesiyle başladığım bu yazıyı, Asaf Hâlet Çelebi’nin başının polisle derde girmesine yol açan kalem tutkusuyla tamamlamak istiyorum.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın bir karikatürü.
Çelebi’nin her çeşit kaleme tutkun olduğunu rahmetli Münevver Ayaşlı’dan öğrenmiştim. Cebinde her zaman beş on kalem taşıyan Çelebi, 6-7 Eylül olayları sırasında nasılsa polisin şüphesini üzerine çekmiş ve cebindeki kalemler yüzünden yağmacı olduğu zannedilerek yaka paça karakola götürülmüş. Münevver Hanım, zavallı şairin, telefon defterinde kayıtlı önemli insanlarla temas kurulduktan sonra bırakıldığını gülerek anlatmıştı.
***
Yazılarımı 1990’ların başından beri bilgisayarda yazıyorum. Bazan heveslenip dolmakalemlerimden birini mürekkeple doyurup yanıma alsam da, çok fazla kullanamadığım için mürekkep ucunda kuruyor.
Ressam Malik Aksel’in çizgileriyle yeni çıkmış Tiko marka dolmakalemi pazarlayan işportacı.
Laf aramızda, dolmakalem kullanmakta ısrar edenleri, özellikle yazılarını hâlâ dolmakalemle yazabilenleri çok, hem de çok kıskanıyorum.