‘Ey azizler, işte başlarız söze’
Saatlerdir mevzu arıyordum.” Peyami Safa, Cumhuriyet Gazetesi’nin 17 Haziran 1933 tarihli nüshasındaki “Her Gün Yazmak” başlıklı yazısına bu cümleyle başlar. Aslında defterine kaydedilmiş nice konular vardır, fakat her biri yazılabilmek için ya uygun bir ruh hâli ve “bir zihnî tenebbüh” yahut gazetecilik şartlarına göre sıra beklemektedir. Evet, konu çoktur; fakat yazarı sıkan şey, seçebilmek ve seçilen konunun gizlediği âleme “zeki bir intibakla” girebilmektir. Peyami Safa şöyle devam eder:
“Canlı mevzuların kaprisleri ve hevesleriyle kalem arasında üzücü bir mücadele de vardır. Zihinde en iyi hazırlanmış ve ifade edilmeğe en müstait bir hâle gelmiş olanları bile, çok defa canlılıkları nisbetinde serkeştirler ve kendilerini zaptetmek isteyen ruhî kuvvetlere karşı isyan ederek zekâmızın tozunu dumana katarlar, bütün ihtiraslarımızı aleyhimizde ayağa kaldırırlar, yaklaşır ve kaçar, ele avuca sığmazlar. Her gün yemek ve tuvalet gibi itiyadın kolaylaştırdığı hareketler arasına bir türlü giremeyen ve her gün ilk adımın güçlüğünü taşıyan bir ameliye varsa, yazı yazmaktır.”
Bir yazar, işini ciddiye alıyorsa, gerçekten her yazı sancıyla doğar. Yazmaya başlamak, yürümek isteyen bebeğin ilk adımı kadar zordur. Hele bir de yeni yazmaya başladığınız bir gazete için ilk yazınızı yazıyorsanız... Söze nasıl başlayacağınızı bilemezsiniz; görücüye çıkmış gelinlik kız gibi kendinizi beğendirmek zorunda olduğunuzu düşünür, iyi yazamamak endişesiyle sakarlaşırsınız, kaleminiz tutuklaşır. Doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz. Pat diye herhangi bir konuya giremezsiniz. Çünkü -Peyami Bey’in de dediği gibi- her konu uygun bir ruh hâli, uygun bir zaman, uyarılma ve ön hazırlık ister.
O hâlde, benim yaptığım gibi, ilk yazıyı yazmanın ne kadar zor olduğunu anlatarak kendinizi ve okuyucunuzu ısıtabilirsiniz. Ancak bu mânâda bir girizgâhın arkasını getirememe tehlikesi de var. Eğer tecrübeliyseniz, ustaca bir manevrayla kestirmeden ciddî bir konuya girip “yüksek” fikirlerinizi anlatmaya başlayabilirsiniz.
Bana sorarsanız, ilk yazı, okuyucularınızda size emanet edilen köşeyi doldururken sorumluluk duygusuyla hareket edeceğiniz intibaını uyandırmalıdır. Evet, ciddiyetten söz ediyorum, ama kastettiğim asık suratlı bir ciddiyet değil. Bazan en ciddi fikirleri en kestirme yoldan söylemenin mizahla mümkün olduğunu bilenlerdenim. En sevilen ve en çok okunan yazarlar, mizah duygusuna ve ironik üslûba sahip olanlardır.
Demek istediğim şu: Bana ayrılan köşenin kıymetini ve yazacağım her cümlenin beraberinde ağır bir sorumluluk getireceğini biliyorum. Köşe yazarlığının epeyce cesaret isteyen bir iş olduğunun da farkındayım. Bu sebeple her gün yazanlara -biraz merhametle karışık da olsa- derin bir hayranlık duyuyorum. Birbiriyle doğrudan ilişkisi bulunmayan konularda her gün yazmak hiç kolay bir iş değil. Çalıştığım gazetelerde, yakından tanıdığım bazı köşe yazarlarının -zaman zaman- konu bulmak için nasıl kıvrandıklarını çok görmüşümdür. “Bugün ne yazsam?” sorusu, köşe yazarının kâbusudur.
Çok cesur olmadığım için her gün yazmaya hiç heves etmedim. Her gün yazanlarda daha kalıcı metinler yazmak için heves ve takat kalır mı, bilmiyorum. Bu zor işi Peyami Safa gibi başarabilenler nadirdir. Eğer ciddi emek sarf ederek yazıyorsanız, sonunda onun gibi “Yazı hayatımda, bu cemiyet bana bir hafta istirahat hakkı vermemiştir” diye yakınabilirsiniz.
Yazmaktan şikâyet etmemek, okumaya ve üzerinde çalışmakta olduğum kitaplara yeterince vakit ayırabilmek için her gün yazmaktan kaçıyorum. Dikkatimi uyanık tutmak, aktüaliteden kopmamak ve bildiklerimi, düşündüklerimi sizlerle paylaşmak için bana haftada iki gün –perşembe ve pazar günleri- yeter de artar bile. Karar’ım bu.
Karar’ın dürüst, âdil, cesur ve hakkaniyeti gözeten bir gazete olacağına inanıyorum.
Hayırlı olsun.