Dinler ve ideolojiler
Şu gerçeği gözden ırak tutmamak gerekir: Farklı şekillerde yorumlanıp ideoloji olarak kurgulanan dinler de din gibi kurgulanan ideolojiler de terör ve vahşet üretebilir ve mutlaklaştırılan bu yorumlar son derece kıyıcı olabilir. İnandığı fikrin tek ve değişmez gerçek olduğuna, dolayısıyla bütün insanların bu gerçeği kabul etmesi gerektiğine inanarak kendi içine kapanan adam, hedefe kilitlenmiş bir silah gibidir ve birileri tarafından rahatlıkla kullanılabilir.
***
İslâm tarihindeki Haricîlik ve Haşhaşîlik gibi hareketleri, Haçlıların kan içiciliğini, Engizisyon işkencelerini, Fransa’da 1572 yılında binlerce Protestan’ın katledildiği, üç hafta süren korkunç Saint Barthelemy katliamını, Amerika’da Kızılderililerin yok edilişini, Nazi vahşetini, Stalin’i vb. hatırlamak yeter. Bütün bu korkunç olaylarda rol alan, yani “düşman bellediklerini” gözlerini kırpmadan boğazlayan insanlar, kendi inandıklarının “mutlak gerçek” olduğundan asla şüphe etmiyorlardı.
Hiç kimse büyük dinlerin özünde böyle bir kıyıcılığın olduğunu iddia edemez. İslâm’ın temel ilkelerinden biri çok açık: “Dinde zorlama yoktur!”
Eric Hoffer, Gerçek İnanç Adamı adlı kitabında ideolojilerin nasıl din gibi kurgulandığını ve “kutsal” amaçlar üretilip bu amaçlar uğruna insanların nasıl yönlendirildiğini anlatmıştır. Fransız İhtilâli kendini bir din gibi vaz’etmişti. Bu dinin itikadı hürriyet ve kutsal eşitlikti; hatta millî bayramlarda uygulamak üzere Katolik törenlerine benzetilerek yaratılmış ibadet şekilleri, kahramanları, şehitleri ve azizleri vardı. Sonuç: Hürriyet ve kutsal eşitlik (!) adına tırpan gibi kelle biçen giyotin!
Dünya tarihinde Fransız ihtilâlinin benzerleri az değildir.
Büyük ümitler ve idealler, güçlü silahlara sahip olmasa bile, son derece cür’etkâr hareketlere yol açabilir. Hatta ümitle dolu insan basit kelimelerden ve nesnelerden bile kuvvet alabilir; bir slogan, bir kelime, hatta bir rozet onu harekete geçirmek için yeterlidir. Bir milletin ölüm kalım savaşında olumlu değerler yaratabilecek böyle bir inanç, başka şartlarda, insanlık dışı sonuçlar doğurabilir. Zor zamanlarda bu yolla harekete geçirilen kitleler, şartlar değiştikten sonra kontrol edilemezse istenmeyen durumlar yaşanabilir. Afganistan’da işgale karşı bağımsızlık savaşını yönlendiren inancın, işgalden sonra nasıl kıyıcı, vahşi bir iç savaşa yol açtığına hep birlikte şahit olduk.
***
Eric Hoffer’e göre, fertlerin bu türden hareketlere katılmaları için iyice hoşnutsuz olmaları, kuvvetli bir doktrine, asla yanılmayacağına inandıkları bir lidere veya yeni bir teknik üstünlüğe, geleceğe ait vaadler ve imkânlar hakkında mübalağalı bir inanca sahip olmaları (Haşhaşîleri hatırlayınız), bir de girdikleri yolda karşılaşacakları güçlüklerden habersiz bulunmaları gerekir. Tecrübeli kişiler böyle hareketler için büyük bir engel teşkil eder. Fransız İhtilâli’ni başlatanlar siyasî tecrübeden tamamen mahrum kişilerdi. Bu tespit, İttihat Terakki, hatta Bolşevikler ve Naziler için de doğrudur.
Bugünler, akl-ı selime ve tecrübeye en fazla ihtiyaç duyduğumuz günlerdir.
Mankurt
Eski bir Kırgız-Kazak efsanesi olan Mankurt efsanesini hatırlamanın tam zamanıdır. Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel isimli romanında anlatır:
Göçebe Türklerin tarihî düşmanları olan Juanjuan’lar, savaşlarda ele geçirdikleri esirlerden güçlü kuvvetli olanları kendilerine ayırarak korkunç işkencelerle “mankurt”laştırdıktan sonra köle olarak kullanırlarmış. Mankurtlaştırma ameliyesi Aytmatov’un anlattığına göre şöyledir:
***
Esirin önce esirin kafası kazınır, sonra devenin boyun bölgesinden yüzülen deri parçası kazınmış kafaya bir başlık gibi geçirilir. Kolları ve bacakları da bağlanarak güneşin altına aç susuz bırakılan esir, birkaç gün, güneşte kurudukça kafasını sıkan derinin verdiği acıyla çığlıklar ata ata ıssız bir yerde kalır. Bu korkunç işkence sonunda sağ kalanlar, hâfızalarına tamamen kaybederek “mankurt”laşır, analarını, babalarını, çocuklarını bile tanımayan, hatta efendilerinin emriyle onları öldürmekten çekinmeyen robotlar haline gelirler.
Bu roman yayımlandıktan sonra bütün Sovyetler Birliği’nde kısa sürede yayılan “mankurt” kavramı, aslını unutmuş, duygusuzlaştırılmış, neyi niçin yaptığını bilmeyen ve kendisine verilen emirleri hiç düşünmeden robot gibi uygulayan insanlar için kullanılmaya başlanmıştı.
***
Modern çağlarda insanları mankurtlaştırmak için daha ince ve karmaşık metodlar uygulanıyor.
Bir insan mankurtlaşmadan nasıl bugün merhaba dediği, güler yüz gösterdiği insanı yarın boğazlayabilir? Nasıl ekmeğini yediği, suyunu içtiği, havasını soluduğu ülkesinin uçuruma sürükleneceğini bile bile millî iradenin tecelligâhı olan TBMM’yi bombalayabilir, iradesine sahip çıkmaya çalışan halkın üzerine mermi yağdırabilir?