‘Yazığ, yazığ, yazığ’
Biz kendi gündemimize dönelim. Geçtiğimiz hafta “Körün gördükleri” başlığı altında bir yazı kaleme almıştım. Onlarca kör arkadaşım var. Onların başından geçen küçük küçük hikayelerle anlattım derdimi. Okuyanlar sevdi, paylaştı. Bıkmam usanmam onların derdiyle dertlenmekten. Hikayelerine şahitlik etmek, dahası yazmak sevinçle yürüdüğüm bir yol.
***
Ve fakat ‘Görme engelli’ demem gerekiyormuş gözleri görmeyen arkadaşlardan söz ederken. ‘Kör’ dememek lazımmış mesela. Kör kavramı inciticiymiş. Ötekileştiriyormuş.
Meseleye nasıl bakacağız, literatürle münasebetimiz nasıl olmalı, bu meselede derdimiz nedir ne değildir tane tane anlatmak gerekiyor.
***
Hemen sözün başında söylemek isterim, insana dair bir şeyler görmek/söylemek istiyorsak, insanın ‘engellilere’ nasıl baktığına şahit olmalıyız. Yaratanın her şeyden münezzeh olduğunu düşünen insan aynı zamanda yaratılanın eksik olduğunu düşünen insandır. Ancak bu eksiklik yaratılana değil de sadece özürlüye atfedilen bir hal almış durumda pek çok insan için.
Engelli olmayan insan her şeyden münezzeh gibi bakıyor hayata, öyle yaşıyor. Engelli olmanın bir kusur, bir zayıflık olarak addedildiği bir bakış açısı mevcut.
Engelli insanı, insanlığından da bir şey kaybetmiş ve ‘İNSAN’larla yaşama hakkına sahip olmayan varlıklar gibi algılıyoruz. Onlarla yan yana gelmekten çekiniyoruz. Bir engelliyle karşılaştığımızda kendi zayıflığımızı görüyor ve bundan kaçmanın yolunun engelliden uzaklaşmaktan geçtiğini düşünüyoruz. Engelliler olmazsa eksiklikler de olmayacak!
***
İnsandan daha güçlü, daha sağlıklı ve daha uzun süre yaşayan pek çok varlık yeryüzünde hayat sürüyor. Allah yalnızca ‘güçlü’ ve ‘sağlıklı’ varlıklar yaratmak isteseydi dinozorlar, ayılar, timsahlar yeryüzü için yeterdi.
Yaratan kendine elçi olarak insanı seçmiş: İnsan kadındır, insan çocuktur, insan zencidir, insan sağırdır, insan kördür, insan topaldır… Ama insan insandır. Cennetten dünya gurbetine gelmiştir. Adem’de eşitlenir ‘özürlü’ ‘özürsüz.’ Günahlarımızla, sevaplarımızla, kusurlarımızla, arızalı yanlarımızla, faydalı yönlerimizle, kimi zaman iyi kimi zaman kötü yönlerimizle insanız.
***
Yeryüzü macerası ilk önce insan olmayı öğrenmekle ilgilidir. Çünkü olmak bir süreçtir. İnsan kalmak da öyle. Engelsiz, sapasağlam bir şekilde insan olma sürecini tamamlayamadan bu dünyadan göçüp gitmek çok daha acı değil mi?
***
Engellilik başkalarının bir çırpıda yapacaklarını uzun bir süreçte yapabilmektir kimi zaman. Başkalarının yapabileceği bazı şeyleri hiç yapamamak bazen de… Ancak insan olmak ve insan kalmak için bu yapabilme yeteneklerinin hiçbirine ihtiyaç yok.
***
Nasıl yazmalı, nasıl konuşmalı bu insanlık durumunu? Topal, kör, sağır… Bunlar bir engellilik durumunun sıfatlaşmış hali. Yürüyemeyen adama ortopedik engelli, görmeyen kadına âmâ, duymayan gence ağraz demekle aynı şey.
Kimileri kullanılan bu sıfatların çok kaba olduğunu, incitici olduğunu söyleyebilir. Ancak bu sıfatlara takılarak asıl incinen ve ağrıyan yerlerimizi göremediğimiz de bir gerçek. Mesele birine kör ya da topal demek değildir. Mesele bu kişilerin anormal olduklarını hissettirecek acıma hislerini adeta kusarcasına her seferinde gündeme getirmektir. Onlar için kullanılan yazık, zavallı gibi acıma duygularını ifşa ederek, acınacak halde olduklarını yüzlerine vuran sıfatlar kör topal gibi sıfatlardan ağırdır. Meselenin bu boyutuyla hiç ilgilenmeyiz. Onların kör ya da sağır olmalarından ziyade onurlarını kıran ‘yardıma muhtaç insan’ sıfatlarını kullanmak daha kırıcı, daha inciticidir.
Bir kör arkadaşım anlatmıştı. Bir kadın sürekli olarak annesinin yanında ona “yazığ, yazığ” diyormuş. Yazığ, yazığ diye sürekli seslenilen bir engellinin kendisine nasıl hitap edildiği aslında pek de umurunda değildir artık. Zavallılık bütün sıfatların üzerine karabasan gibi çöken bir tanımlamadır çünkü.