Türkiye notları
Bugün silinmiş görünenin, üzeri küllenmiş gibi görünenin endişesi bir yanıyla dramatik ve ağır gelen bir gerçektir kuşkusuz. Ancak yine de çok acıtmasın kalbinizi. Çünkü bir gün insanlar “modern” uykularından uyanmak istediklerinde dönüp bakmak zorunda kalacakları ve yeniden parlatmak isteyecekleri ilk şey, sahip oldukları topraklarının tarihi anlamı olacaktır.
***
Uyanmak uyanmamak meselesi tamamen nasiptir. İnsanın dünyada başına gelebilecek her şey nasiptir esasen. Nasip olmayan tek şey, belki ahlak. Ahlak, nasip edilenden ziyade, tercih edilen bir şeydir. Ama şunu da söylemeli, yolun ilerleyen aşamalarında bir yerde, tercihlerimizle, nasibimizin aynı şeyler olduğunu da görebiliriz, kim bilir...
***
Şimdi atlayıp uçağa Viyana’ya gidiyoruz.
Viyana’da yaşayan şair bir arkadaşım var. Yirmi yıldır orada, solcu. Trabzon’dan gitti Avusturyalıların, Almanların arasına. Sevmedi Türkiye’yi, sevemedi. Türkiye de bizim şairi. Tam içselleştiremediler birbirlerini. İyi şair. Almanca şiir kitapları var. Neyse mevzu şu: Bir gün önemli bir enstitüden aranıp ödüllü bir şiir gecesine davet edilir. Ve bir konuşma başlar aralarında. “Ne tür şiirler yazıyorsunuz?” diye sorar davet eden. “Kadın, aşk, aile, gökyüzü üzerine daha çok” gibi bir şeyler söyler bizimki. Devamı şöyle, “Türkiye’deki etnik sorunlar üzerine çalışmak istemez misiniz?” diye sorarlar. Bunun için burs da verebileceklerini söyler telefondaki şahıs. “Yok, onlar benim ilgimi çekmiyor” der Trabzonlu şair. Pat diye kapanır telefon. Arkadaşım şaşkınlıktan ne yapacağını bilmez…
“Bu olay vesilesiyle Müslümanlığımı, Türklüğümü hatırladım; milliyetçi oldum, geldim” diyor. Ona, sahip olduğu toprağa yönelmek nasip oldu. Gavur gibi bakamadı Trabzon toprağına.
***
Müziğin sesi toprağın da sesidir. Toprakla doğar, topraktan doğar, topraktan uzanır başkalarının topraklarına. Müzik tarihin bir uğrağında, hayatın akışıyla bulur melodisini. Ama müzik yine de yalnızca bildiği toprağa açar sesini. Bundan dolayıdır ki Balkanlar’ın neşeli sesini Balkanlar’da, Arap’ın hüzünlü sesini Arap topraklarında, Farslı'nın derin reflekslerini Fars topraklarında, Amerika’nın eklektik sesini Amerikan topraklarında, Avrupa’nın klasik sesini orta Avrupa’da, Afrika’nın kadim ritmini Afrika’da ve Türk’ün mütevekkil sesini Türk topraklarında buluruz.
***
Uyanma meselesine dönecek olursak… İnsanın başkasını uyandırabilmesi için önce kendisinin uyanmış olması lazım. Uyanmış olan uyumaz daha.
xxx
Birbirinin rüyasını görenlerdir birbirine dost olanlar. En kıymetli rüya birbirinin rüyasını gören iki dostun rüyasıdır. En kıymetli uyanış iki dostun birlikte uyanışıdır.
Hakiki manada uyanmış olan, dostluk ve hakikat uğruna yaşar.
***
Uyanan aşka uyanmıştır. Taze imanın verdiği bir sevgiyle. Hakikatle teması aşkla sağlar insan.
***
Uyanan umuda da uyanmıştır. Gönlü umuda açılır uyanmış olanın. Yüreklerinde umuttan başka bir şey taşımayanlar, her şey aleyhlerinde görünse bile en umutsuz anlarında dahi umutludurlar. Umudun önünde kim durabilir? Hangi güç?
***
İman, kalbe düşen hassasiyet. Tıpkı aşk gibi. Başka türlü ifadesi zor. İman öyle bir şey ki, aynı zamanda insanın şuuraltını düzenleyebilen bir kuvvet. Yani yeterince inanmış bir adamın şuuraltı, inandığının aksi istikamete insanı yönlendiremez.
***
Bir de kalbimiz var… Dikkat etmemiz gereken bir kalp. İnsan insana kalbini açar. Dost dosta… Dost tebessümüyle inşirah bulur gönül.
***
Bugün silinmiş görünenin, üzeri küllenmiş gibi görünenin endişesi bir yanıyla dramatik ve ağır gelen bir gerçektir kuşkusuz. Ancak yine de çok acıtmasın kalbinizi. Çünkü bir gün insanlar “modern” uykularından uyanmak istediklerinde dönüp bakmak zorunda kalacakları ve yeniden parlatmak isteyecekleri ilk şey, sahip oldukları topraklarının tarihi anlamı olacaktır.