Önce yoldaş sonra yol
Bir kalbiniz var, dikkat edin” diyen bir dost görünce bırakmak istemiyoruz. Bırakmamak da ne? Bağrımıza basıyoruz.
Dost, içine düşmüşlerin, gönlüne ermişlerin ilk duasıdır. Ağır ve zorlu hallerin haldaşı…
Mademki her şeyin bir gönlü var, mademki her şeyin varlığından önce bir özü, duygusu var; o vakit, bir beşik ile annenin ninnisi arasında da ceviz ağacının gölgesi ile uzak yolun yolcusu arasında da bir dostluk, tarifsiz bir muhabbet vardır.
Birbirini bilen, tanıyan gönüller ahenkle yürür yol boyunca. Güneş, onları seyretmekten kendini unutsa yeridir. Ondandır “önce refik, sonra tarik” deyişimiz.
Kabe gibi azizdir dostluklar. İnsan büyür, gönüller büyür. Almadan vermeyi, hesapsız kitapsız sevip bağlanmayı öğretir. İçten dışa doğru, gönül de insan da alem de büyür.
Dostlar her biri ayrı yollardan ayrı hüzünler, ayrı muhabbetler getirir. Onlardır gönlümüzü gök gibi geniş bir yere taşıyan. “Kalp, dostluğun tükenmek bilmez kaynağıdır. Verdikçe verme ihtirasını artırır. Sevdikçe sevme iştiyakını taşırır.”
Her hali güzeldir dostun. Karşımızda durup tebessüm ederken dipdiri, dağların ardından içli bir türküyle gönlümüzü yakarken her hali güzeldir. Elimizde üzüm sepeti, kapısının önünde beklerken her hali güzeldir. Günler, geceler boyu bir ağaç dibinde beklerken güzeldir. Seherde kızaran dağlar gibi günün her anında değişen suyun rengi gibi her baktığımızda kalbi aşkla sarandır dost. Yaşadığımızdır, yakalandığımızdır, hep bir göz hizasında uzun uzun anlattığımızdır.
Söz, gönülden gönüle akar, kalpten kalbe işler, ebediyet sırrına kavuşur. Dağların denizlerle, okyanuslarla buluşması gibi vuslattır gelen, kıyılarımıza kıyılarımıza vuran.
Ebediyete kadar sürmeyecekse niye arkadaşız ki! Sonsuzluğu vuslatta yaşamayacaksak niye dostuz ki!
Arkadaş da dost da sevgili de anne de Türkiye de cennettir, ebediyet yolculuğudur garipler için.
Yolumuz sevinç dolu, garipliğimiz daim olsun.