İçimiz hasret ülkesi
Hemen her gün sorular sorar, cevaplar arar, bir şeyler kurcalar, yürüyüşü ve arayışı sürdürürüz.
Bizi yaşatan bir dert vardır. O sızıdır bizi yaşatan; yeni doğumlara gebe bırakan. Aynı sızıdır kendimizi yontan, derdimizi azık ettiren, içimize yolculuğa çıkaran.
***
Dünyaya bakmaktan içimize bakmaya vakit bulamıyoruz.
İçimiz hasret ülkesi. İçimiz suya, ölüme, hakikate hasret.
En çok oraya bakmalı, oraya yaslamalı gönlü.
***
Bakmak, yaralar. İnsanı yaralayan şey belki de onu hiçleşmekten koruyor. Çünkü bakmaya cesaret etmemiş olmak insanın kendi hakikatine uzak düşmesi bir anlamda.
Yaralanmayı göze almadığımız, görmeye can atmadığımız dünya neye yarar ki!
Bakmak ne kadar yaralayıcı olursa olsun, bakmanın güzelliğinde biraz da “son kez” olması vardır. Bir tekrarı daha var zannettiğimiz hiçbir şey aynı büyüyle belirmez gözlerimizde.
Bakmak bu yüzden elemdir çoğu zaman. Gördüğün yaraların izi olursun. Baktığın yer yaralar. İşte yaranın yeri, apaçık oradadır. Hayat ve rüya iç içedir orada. İçimiz orada sızlar. Sonsuzluğa duyulan hasret orada sızlatır.
***
İçimize bakmanın büyük bir hatrı, hatırası ve var edişi vardır.
İçimizde olup biten ne? Belki bir yöneliş, yol alma, tanışma ve kabuldür.
Tesir içimizedir, şifa içimizedir.
Bazen sıkı sarılırız iplere. Oysa kaderimiz çoktan bağlanmıştır sonuçla. Gözetemediğimiz, bilemediğimiz bir yazgısı vardır hayatın.
Bizi esrarlı tutan, vakıf olamadıklarımız.
İnsan da vakit tamamlanana kadar o yolda yürüyecek, her kervanda bir meziyet, her tenhada bir güzellik arayacaktır.
***
Her gün yeniden arınmayı bekler ruhumuz.
İçimiz, büyük yolculuğumuz, büyük nimetimiz.