Çocukları doğru okumak
Yirmi iki yıldır eğitim atölyesinin; öğretmen, eğitim danışmanlığı, eğitim koordinatörü, pedagog gibi farklı birimlerinde çalışmaktayım. Hepsinin ortak noktası öğrenci odaklı bir emek üretimi sağlamak. Yaptığımız bütün çalışmaların merkezinde öğrenci var. Sonrasında öğrencinin yaşam alanı içinde yer alan ebeveyn, okul, arkadaş ortamı. Arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyeyim veya armut dibine düşer misali. Öğrenciyi doğru tanımak için ebeveyni ve yaşadığı sosyal ortamı da tanımaya çalışıyoruz.
Öğrenciyi; aile ve sosyal çevreden ayrı, sadece okuldaki davranış ve bilgisi ile değerlendirmek; görme engelli birinin fili, dokunduğu yere göre tarif etmesine benzer.
Asıl değinmek istediğim meseleye geleyim.
Geçen gün bir ebeveyn beni aradı. Sekizinci sınıfta LGS’ye hazırlanan bir oğlu olduğunu söyledi. Yaşadığı sorunları anlattı özetle: "Hocam benim oğlan ben yapamıyorum" diyor.”
Öğrenci başaramıyorum dese başka türlü değerlendirip, ele alacaktım. Ancak öğrencinin “ben yapamıyorum” sözü farklı bir değerlendirme genişliğine yöneltti beni. Telefonu kapattıktan sonra öğrencinin zihin kodlarını doğru okumak için “yapmak” kelimesinin ilköğretim kitaplarındaki anlamına baktım. İlköğetim müfredatındaki metinleri inceledim.
Yapmak; meydana getirmek, gerçekleştirmek, ortaya koymak, oluşturmak ... gibi geniş anlamı olan bir eylem kelimesi.
Öğrenci ele aldığı konuyu oluşturmakta, meydana getirmekte zorlanıyor. Temelinde de öğrenci bize konuyu anlama güçlüğü çektiği iletisi veriyor.
Öğrenciyi aile içinde ele almaya başladım.
Ebeveyn, büyük oğlunu beş yıl önce aynı sınava hazırlamıştı. Büyük oğlanı överken “benim büyük oğlan zehir gibi ancak küçüğünden pek umudum yok.”
Köşede duran küçük oğlu ipadten başını kaldırıp annesine bakmıştı. Sonra annesini duymamazlıktan gelerek başını kendini oyaladığı ipade geri gömmüştü.
Ane bunu söylerken büyük oğlunu motive etme adına küçük çocuğu ne kadar hırpalandığının farkında değildi. Büyük oğlanın başarısı ebeveynin ayaklarını yerden kesmişti. Onu motive etme adına kendine ve çevreye verdiği zararın farkında değildi. Başarı için her yol mübah makyavelist ruh halini yaşıyordu. O zaman küçük çocuğa sen yapamazsın, kafan basmaz, boşuna uğraşma dediğinin bilincinde değildi.
Şimdi küçük çocuğu LGS’ye hazırlıyor. Küçük çocuğunda o yıl zaman zaman tekrarladığı algı birikimi oluştu. Bu algı çocukta beş yıl boyunca o kadar kemikleşmiş ki çocuk daha konuya başlamadan “ben yapamıyorum” ön yargısı ile karşılaşıyor. Ön yargı; çocuk ile öğrenme arasına bir duvar örmüş. Hatta dersi dinlerken bile çocuğun dikkatini derse vermesini engelliyor. Okulda öğretmenleri ile görüştüm. Öğretmenlerin tespiti: “Öğrenme güçlüğü çeken bir öğrenci değil. Öğrenmeye karşı okul olarak kıramadığımız bir ön yargısı var.”
Albert Einstein’in hemen hepimizin bildiği sözü aklıma geliyor: “Bir ön yargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güçtür.”
Doğuştan öğrenme güçlüğü çekmeyen bir öğrencide oluşan “ben yapamıyorum” ön yargısından hepimiz sorumluyuz. Toplum olarak çocuğu alkışlarken veya eleştirirken günü kurtarmak adına doğru cümleler kurmuyoruz. Doğru yönlendirmeler yapmıyoruz. Fevri davranıyoruz. Fevri davranışlarımızla çocuklarımızı yıllarca kurtulamayacakları tuzaklara itiyoruz. Oysa her çocuğun bir yapma yöntemi vardır. O yapma eyleminde çocuk öğrenme tarzını da geliştirir. Bizim alışık olmadığımız bir tarz olabilir. Çocuğun tarzını anlamaya çalışmak, çocuk ile aramızda bir iletişim köprüsü kurar. Kurulan bu iletişim köprüsü üzerinden birbirimizi daha doğru okuyabiliriz. Böylece oluşacak ön yargıların küçük yaşlarda önüne geçmiş oluruz.