Zamyatin’in “Biz”i, Homo Faber’in çıkmazı
Geçen hafta Memduh Şevket Esendal’ın ‘amudi medeniyet’e yönelik eleştirilerinden bahsetmiş, onun ‘toprak medeniyeti’ni savunduğunu belirtmiştik. Ben de aynı fikirdeyim, kim ne derse desin teknolojiyle ayağı yerden kalkan insan, eninde sonunda toprağa basar. Hem de iki anlamda; somut olarak da mecazen de!.. Teknolojiyi mi reddediyorum? Hayır! Eninde sonunda ayağımız yere basar diyorum. O kadar!..
Bu hafta Yevgeni Zamyatin’in “Biz”ini okudum. Müthiş bir distopya. George Orwell’ın “1984”üne kapıyı aralayan roman. Dünya olmuş bir büyük fanus, bir mekanik âlem. Her şey bir düzen içinde: Tek Devlet!.. İnsanlar tek tip, rakamlardan oluşan birer makine, her şeyleri ayarlanmış, cinsel hayatları bile! Hiçbir farklılığa izin yok. Komutla yatan, komutla kalkan, boş zamanları dahi önceden belirlenmiş bir yığın. Bu arada belirteyim, aynı probleme Max Frisch “Homo Faber” adlı romanında da değiniyordu. O da hayatı tümüyle hesaplayan, dakikaları dahi ayarlayacağını, birtakım formüllerle kontrol edebileceğini iddia eden ‘mekanik insan’a yönelik bir eleştiriydi. Ama sonra? Makinenin hesaplayamayacağı bir şeyler daima olacaktır. Olur ve roman kahramanı Walter Faber’ın ayağı sonunda toprağa basar. Rastlantı diyoruz ya -aslında kaderdir- tüm hesapları bozar çünkü.
Homo Faber’ın isteği, Bauman’ın “vahşi kültür” dediği, tabiatın kontrolsüz hür ve keyfî biçimde gelişmesini denetim altına almak ve dünyayı ‘bahçe kültürü’ne dönüştürmekti (Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular ile Yorumcular, Çev. Kemal Atakay, Metis Yay., 2017, s. 65-84). İlk bakışta masum bir amaç elbette. Ama sonra iş çığırından çıktı. Homo Faber’ın yanlışı, tabiata kendi ortağı olarak tahammül edemeyişi ve ona ortak değil de egemen olmak istemesi, hayatı ölümden ayrı, sadece bir toplama olarak görmesiydi. Oysa hayat ve tabiat -dolayısıyla insan- salt bir madde değildir, dolayısıyla salt teknikle ele geçirilemez!
Zamyatin, “Biz”de işte böyle distopik bir dünya kurar. Tekniğin, tabiatı ve insanı bütünüyle ele geçirdiği bir dünya! Tek Devlet, büyük makine imparatorluğu! Totaliter bir rejim, bir ‘Velinimet’, tek tip insanlar, saniyelere değin programlanmış bir hayat! Robert Muchembled’in deyişiyle böylece “Zincire vurulmuş bedenler ve boyunduruk altına alınmış ruhlar” çıkar ortaya…
Tek Devlet’te ben’ler silinir, homojen bir toplumdur istenen, ben yok, biz vardır!.. Böylece homojenleştirerek/ makineleştirerek, evvela ferdî irade ortadan kaldırılır. Yunus Emre’nin ‘kendiözi’ dediği şeyin olmadığı yerde bir ‘varlık’tan değil, sadece komutayla hareket eden bir makineden söz edilebilir ancak. Zamyatin’in “Biz”inde insanların ‘kendözi’ yok! Bulvarlar tamamen makinelerle doludur artık, Müzik Fabrikalarının öten bacaları eşliğinde Tek Devlet Marşı söylenir sadece. İnsanlar, “Her birinin göğsünde devlet numarasının yazılı olduğu altın plakalar taşıyan açık mavi ünifler içindeki numaralar, yüzbinli gruplar hâlinde, mevzun saf tutarak dörderli dörderli, coşkunlukla ve uyum içinde yürü[rler)…” (Biz, Çev Turgay Yıldız, Dorlion, 2018, s. 8-9). Oysa Dostoyevski Çernişevski’nin ‘biz’ olma politikasına “Yeraltından Notlar”ında sağlam bir cevap vermiştir.
Peki olabilir mi? Yunus’un dediği o ‘içteki ben’i kim susturabilir? Ferdî iradeyi nasıl ortadan kaldırabilir de ‘biz’in iradesi’ne dönüştürebiliriz? İnsanı mekanik bir ‘biz’e dönüştürmek için hayal yetisini dahi bir ameliyatla almak ister Tek Devlet romanda. Demek ki hayal, insanı makineden ve korodan ayıran bir başka ferdî vasıftır. Totaliter rejimlerin istediği bu olsa gerek!
Homo Faber’lere Namık Kemal’le cevap verelim:
“Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-yı hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten!”
Teknolojiye ve totaliter rejime karşı yazılmış güçlü bir hiciv “Biz”…