Türk edebiyatının idrâki?..
İlginç bir kitaptır Aldous Huxley’in “Algı Kapıları” (Çev. Mehmet Fehmi İmre, İmge, 2018) adlı eseri. İlk bakışta uyuşturucunun idraki nasıl değiştirdiği üzerinde duruyor gibi görünüyorsa da aslında sıra dışı idrakten; Necip Fazıl’ın deyişiyle ‘üstün idrak’ten bahsediyor.
Sanırım insanda, diğer varlıklara göre daha güçlü bir idrak mekanizması var. Bu idrakin somuttan soyuta, satıhtan derine doğru bir kavrama potansiyeli olduğu kanaatindeyim. Ama idrak kapısının açıklığı ya da kapalılığı insandan insana farklılık gösteriyor. Belki de doğuştan tüm insanlara eşit olarak bahşedilen idrak gücü, zamanla çevresel etkiler veya tercihlere bağlı olarak zayıflıyor. William Blake’in; “Algının kapıları temizlense her şey insana, olduğu gibi -sonsuz- görünürdü. Çünkü insan, her şeyi yalnızca mağarasının dar yarıklarından görebilecek kadar kendini kapattı.” (Kehanetin Gölgeleri, Çev. Tozan alkan, Varlık, s. 208) cümlelerinden bunu çıkarıyorum. Nitekim Şinasi’deki “âdi nazar” kapıları epeyce kapalı, “basiret basarı” ise öteyi görebilen, açık idrake işaret ediyor. Hâşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlıklı yazısında da geçer ‘âdi idrak’; yani alelâde kavrayış.
O hâlde şunu söyleyebiliriz: Varlığın bir âdi idrakle bir de ulvî idrakle kavranışı söz konusu. Bu durum, Huxley’in kitabında Cambridge’de felsefe hocası C. D. Broad’dan yapılan bir alıntıyla açıklanıyor. Şöyle: İnsanın önünde yararsız ve hatta ilgisiz büyük bir bilgi yığını vardır. Beyin, sinir sistemi ve duyu organları, bu büyük ve âdeta çöplüğe benzeyen bilgi yığınından kendine en gerekli ve yararlı olanları seçer. Bu, bir bakıma algının kapısını kimi durumlara açmak kimilerine de kapatmak oluyor; Blake’in deyişiyle herkes isteğine göre kendine bir mağara inşa ediyor, o mağarada görmek istediklerini göreceği kadar yarıklar açıyor… Eh insan basit şekliyle biyolojik bir varlık; öncelikle yemeyi, içmeyi, barınmayı ve üremeyi amaçlıyor. Bunun için ise beynini ve sinir sistemini, genellikle biyolojik varlığını sürdürmeye ayarlıyor. İşte bu, idrake filtre takmak, kapısını sadece biyolojik ihtiyaçlara ayarlamak, bilinci sınırlandırmaktır! Âdi idrak!..
İdrak’in açık veya kapalı olmasında dilin de önemli bir işlevi var. İçine doğulan dil, idraki kimi zaman açıyor, kimi zaman da sınırlandırabiliyor. Kısaca idrakin filtrelerinden biri olan dil, kişinin diğer insanların biriktirdiği tecrübe kayıtlarına girebilmesini sağladığında kapı açılıyor; ancak kişiyi filtrelenmiş “bilincin mümkün olan tek bilinç olduğuna ikna” (s. 19) ettiği anda algı kapıları daralıyor, gerçeklik duygusu bozuluyor, kendi kelimelerimizi veri ve tek gerçek olarak görmeye başlıyoruz. Böylece insan, dolayısıyla idrak, dilin kurbanı oluyor.
Filtrelenmiş idrak ‘öte dünya’lara, eşyanın ötesine kapalıdır. Broad’ın dediği doğru; “İnsanların çoğu genellikle sadece bu indirgeme filtresinden geçenleri bilir ve yerel dil tarafından bunların tamamen gerçek olduğuna inandırılır.” (s. 19)
Peki herkes böyle mi? Herkes filtrelenmiş bir bilinçle mi bakar dünyaya?.. Kanaatimce bazı insanlar, daha doğuştan filtreyi bertaraf etme kabiliyetine sahip! Sanatsal deha bu galiba! Sıra dışı bir idrak! Arthur Rimbaud’nun “görünmezi görmek, bilinmezi bilmek” derken kastettiği üstün idrak olmalı! Huxley’in dediği gibi sanatçının “algısı biyolojik ve toplumsal olarak yararlı olanla sınırlı değildir.” (s. 27) Bu söz bizi nereye götürür? Biyolojik ve toplumsal olanın dışına, ayrıntıya, ruha, metafiziğe…
Ya genelde insanın biyolojik ve toplumsal ihtiyaçlarıyla filtrelenmiş idrakle yazılan Türk edebiyatına ne demeli?
William Blake’in sözüyle bitireyim:
“Bilge kişi aptal kişiyle aynı ağacı görmez.” (Kehanetin Gölgeleri, s. 198)