Kaostan bazen de fayda doğar…

Türkiye’nin çevresinde çok sorun var. Gürcistan kırılgan. Ukrayna ve Rusya neredeyse üç yıldır savaşta. Ermenistan ve Azerbaycan hala tam barışabilmiş değil. İran İsrail’le bazen vekilleri vasıtasıyla, bazen de doğrudan çatışmada. Filistin’de insanlık trajedisi yaşanıyor. Irak geçmişinin yaralarını sarmakla meşgul. Lübnan’ın geleceği derseniz tartışmalı. Bir süredir ortalama istikrarı yakalamış gibi duran Suriye’de de dengeler hızla değişmekte.

Tüm bunlardan etkilenmemekse imkansız. Hiç bir şeyimiz değilse bile ticaretimiz etkileniyor, sürekli pozisyon almak zorunda kalıyoruz. Suriye’de olduğu gibi zaman zaman sorunlara doğrudan müdahil oluyor, oyun kuruyor, oyun bozuyoruz. Neyse ki eski zamanlardan farklı olarak sonuçları bizi bağlayacak gelişmelere karşı operasyonel yeteneklerimiz sayesinde seyirci kalmıyor, siyasetimizi başka araçlarla sürdürüyoruz.

Keşke başka bir dünyada yaşasak ve yaşadığımız dünya bizim değişmemiz, daha insani, daha barış sever olmamızla değişse. Suriye’ye müdahil olmadığımız için bize mülteci gelmese, Amerika biz değiştik diye oraya buraya karışmasa, mesela PKK türevlerine askeri, iktisadi ve hatta siyasi yardımda bulunmasa. Rusya PKK’yı kollamasa, Esad rejimi onları maaşa bağlamasa, sıkıştığı zaman yardıma çağırmasa.

Ne yazık ki bazılarımızın var olacağını sandığı böyle bir dünya yok. Hiç olmadı, bundan sonra da olmayacak. Devletler kendi güçlerine, diplomatik yeteneklerine, siyasi kıvraklıklarına dayanmak zorunda kalacak. Sahada var olmayanı, olayların akışını etkileme potansiyeli bulunmayanı kimse kaale almayacak. Ne Blinken Fidan’ı arayacak, ne de İran Dışişleri Bakanı Şam’dan sonra Ankara’ya gelip Suriye sorununun çözümünü konuşacak.

Suriye’de HTŞ (Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm) ve SMO’nun ( Suriye Milli Ordusu) koordineli ilerlemesi bundan sonra da sürer mi, rejimin, PYD’nin, Hizbullah ve İran aksının gücü onları durdurmaya yeter mi, Rusya başı Ukrayna’da yeterince dertteyken kısıtlı kaynak ve imkanlarını Suriye’de harcamayı ve belki de yenilmeyi göze alır mı bilinmez. Ancak görünen geçtiğimiz hafta başlayan saldırıların Türkiye için yeni pazarlık imkanları yaratacağı yönünde.

Her şeyden önce Esad rejimiyle yaşanan tıkanıklığın aşılması, en az onun kadar önemli olansa artık rejimin de enstrümanı olduğu iyice belirginleşen PKK/PYD’ye karşı Amerika’nın kendini yeniden konumlandırması mümkün olacağa benzer. Yeter ki elimizdeki kaynakları doğru kullanalım, şu anki agnostik tutumumuzu sürdürelim. İlkelere sahip çıkalım, komşumuzun toprak bütünlüğünü prensipte dahi olsa kollayalım. Bölgenin değişen denge ve beklentilerini doğru okuyalım.

Benim takip edebildiğim kadarıyla Avrupa ve Amerika HTŞ liderliğindeki koalisyonun çıkışından, Halep’i kontrol altına almasından rahatsız olmadı. New York Times, Guardian gibi gazetelerdeki haber ve yorumlar HTŞ’nin geçmişine atıfta bulunsa bile asıl değişimini vurguladı. Zavallı Esad ne zor durumda kaldı benzeri şeyler yazılmadı. Daha ziyade geçmişteki insan kıyımına atıfta bulunuldu.

Bu işin arkasında Türkiye var dense de kimse Türkiye’yi suçlamadı. Belli ki statükonun sarsılmasından, dengelerin değişmesinden Rusya, İran ve rejim dışında herkes mutlu oldu. Maksimalist beklentim bu sarsıntının Suriye sorununun çözümüne yardımcı olması, çözümün yol haritasına ilişkin Güvenlik Konseyi kararının uygulamaya konulabileceği bir zemin yaratması. Fakat ondan da önce PKK sorununun Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde eritilmesi.

O da olmuyorsa Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak uzun süreli askeri varlık göstermeyi de içeren bir güvenlik sisteminin kurulması. Bana en azından bu mümkün olacakmış gibi geliyor. İran’ın yıpranmasından, Hizbullah’ın ciddi darbe almasından, Körfez ülkelerinin arayışından, Esad’ın iktidarını koruma hırsından, Trump’ın ülkesinin yurt dışı yükümlülüklerini azaltma düşüncesinden ve Netanyahu’nun İran saplantısından doğan kaosun yönetilebileceğini zannediyorum.

Umarım başarırız ve eş zamanlı olarak İran’la, Rusya’yla olan rekabet kadar işbirliğine dayanan ilişkilerimiz de tehlikeye atmayız. Suriye’deki çatışmaya elimizden geldiği kadar doğrudan taraf olmamaya çalışıp, siyasi hedefi doğru tanımlarız, şartlar gerektirmediği sürece iktidar değişimi yerine bize dayanarak bekasını seçeriz. Amerika’nın, özellikle de askerlerinin tutumunu takip ederiz. Bir de gücümüzü abartmayız ama hafife de almayız…

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum