Ya nasip!..
İnsan güzel şeylere meftun olur mu, olur. Güzel bir türkü ya da şarkıya kim hayır diyebilir ki? Demez ama insan tuhaf bir canlı, ruh halimiz çok değişken. Çok değişken olduğu için de güzellik bile bizi bazen cezbedemez. Cezbetmediği için de o anın tadını çıkaramayız.
Pesimist olmak için çok fazla sebebimiz olduğundan olsa gerek biraz eğlensek, gülsek, keyiflensek hemen arkasından bizi bir endişe alır “inşallah başımıza bir şey gelmez” diye…
Almakta çoğu kez haklıyızdır, çünkü bir şeyler iyi giderken bir şeylerin de ters gitmesi bu coğrafyanın kaderi gibi olmuş çok uzun zamandır. Okursun sınıfları bir bir atlarsın, önemli sınavlardan geçersin tam her şey yolunda derken önüne olmadık engeller çıkabilir. Kaderinizde sizinle beraber gelen ama bilinçli olarak seçmediğiniz birtakım şeyler sizin önünüzü bir bakmışsınız kesiverir.
Bazen de bu özellikler sizin için şans olur; herkese açık olan kapılar kapanır ama herkese açık olmayan bazı kapılar da sonuna kadar açılabilir. Tabii herkes o kadar da şanslı olmaz. Bu durum nadirattan olduğu için çok da hesaba katmamak lazım.
Mahalleli olmak güzeldi bir zamanlar. Eskiden her mahallenin, sokağın kendine has bir dünyası olurdu. O mahallelerde çocuk olmak ayrı bir güzeldi. Hala eski mahallemin, sokağımın insanlarını tüm falsolarımıza rağmen özlüyorum. Çoğu ile şimdi bile karşılaşsak anında o günlere gidiveriyor, aramızda teklifsiz bir muhabbet açılabiliyor. Şimdi ise apartman dairelerinde karşı komşumuzun dahi kapısını çalmadan yıllar geçiriyoruz. Bunda kimsenin tek başına bir kabahati yok. Hayat insanları oraya doğru itti.
Geçmişte insan ilişkileri daha mı sıcaktı? Aslında bu sorunun tek bir cevabı yok. Evet de diyebiliriz hayır da ama bir gerçek var ki dün vaktimiz daha boldu. Buluşmak için görece imkanlarımız da vardı. Hayat bu denli hızlı ve meşakkatli değildi.
Aile, konu komşu birbirine daha fazla vakit ayırabiliyordu. Akşam ziyaretleri günlük hayatın bir rutini idi. Konu komşuya gitmeyen, eşten dosttan hazzetmeyen insan sayısı da azdı. Gün içinde kadınların büyük bir kısmı konu komşu zaten iç içe olurdu.
Dün de evliliklerde problemler vardı bugün de ama dün bu problemlerin çok azı evliliklerin parçalanmasına yol açardı. Sanırım bunun en büyük sebebi insanların birbirlerinin sağaltıcısı olması idi. İnsanlar belki psikoloğa ya da psikiyatriste gidemezdi ama en değme şifacılar yanı başında olurdu.
Geçenlerde bir büyüğüm anlatmıştı. Yıllarca ailenin en sıkıntılısı olan yengesini halasının nasıl teskin ettiğini ve hayata tutunmasını sağladığını anlatmıştı bir mevzu üzerine.
Yengesinin rahatsızlığı ne zaman artsa halası dermiş ki “Görümce hele seninle bir suya gidelim.” “Helkeler dolu” cevabını aldığında da “Sen onları dök” dermiş ve aşağı yukarı köyün 500 metre kadar ötesindeki çeşmeye götürürmüş. “Hadi bakalım dökelim içimizi. Burada bizi kimse duyamaz. İster ağla, ister küfür et. Ben seni dinliyorum, bu çeşme, bu ağaçlar, bu taşlar seni dinliyor!” dermiş.
Büyüğüm sözü şöyle bağladı “Yengem, bu seferlerin her dönüşünde sırtındaki yükünü biraz atmış ve rahatlamış olarak dönerdi. Halam vefat ettikten sonra ise yengem iyice içine kapandı ve hastalandı, girdiği depresyondan da bir daha çıkamadı.”
Hayat şartları bizim kendimizle bile dertleşmemize çoğu kez izin vermiyor bugün. Kendimize bile vakit ayıramazken eşe dosta, konu komşuya nasıl vakit ayıracağız ki?
İnsan bazen susmak istiyor en yakınlarının bile yanında ama onlarında konuşmaya ve dinlenmeye ihtiyacı var ve biz bu vakti çoğu kez onlara ver(e)miyoruz, kaotik bir koşuşturma içinde.
En çok da çocuklarımız mustarip bu durumdan, teknoloji çağında ellerindeki tablet dışında onları cezbeden çok az şey var. Anneler, babalar olarak bizlerde çaresizce onların o dünyada kaybolup gidişlerini izliyoruz. Sanal dünyanın verdiği mutluluğu maalesef onlara biz veremiyoruz.
Veremeyince de onların sanal dünyanın dehlizlerinde dolaşmalarına engel olamıyoruz. Kafalarını kaldırıp ağaçlara, kuşlara bakmalarını istemek bile zül oluyor kendilerine. Üstüne birde yarış atı gibi o sınav benim bu sınav senin koşturuyorlar.
Hayatı biraz durdurabilsek, yavaşlatabilsek ne güzel olacak değil mi? Koşturmaktan çevremizdeki güzellikleri de göremiyoruz. Dünyada zaten yeterince kötü şey varken olan güzelliklerden de uzak kalmak cabası.
“Ya nasip!” diyelim artık…