Sanat ve idrak

İnsan, evreni ve olayları, nihayetinde gerçeği, idrak etmek isteyen bir varlıktır. Çünkü diğer yaratılmışlardan farklı olarak ve beş duyu organının dışında, akıl, mantık, kıyas, muhakeme, mülahaza, hayal gibi zihni melekelere sahiptir.

Ancak evreni ve nesneleri, ilkin ve en alt düzeyde beş duyu organıyla kavrar. Böylece örneğin sıcağı soğuğu, tatlıyı acıyı, akı karayı ayırt eder. Bu tür bir idrak bizi diğer canlılardan üstün ya da farklı kılmaz. Çünkü beş duyu organıyla yaptığımız kavramalar, idrakin alt noktasıdır. Nitekim Sezai Karakoç, “Sanatçı ve Realizm” başlıklı yazısında sanatta salt dış dünyayı algılamaya yönelik bu idrak düzeyine “sanatın sıfır noktası, alt noktası” der (“Edebiyat Yazıları I”, 1988, s. 27). Ahmet Haşim, insandaki bu idrak düzeyine “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”da ‘âdi idrak’, Şinasi ise “Münacaat”ında ‘âdi nazar’ diyor. Âdi idrak Haşim’e göre, bir sanat eserini yüzeysel olarak anlayan, dolayısıyla sıfır noktasında kalan idraktir. Tüm evreni bir sanat eseri olarak kabul edersek, salt âdi idrakle, âdi nazarla gerçeği -Hangi gerçeği?- Haşim’in deyişiyle manayı anlamak mümkün değildir. Yukarıda, “Hangi gerçeği?” diye sordum ya, aslında tüm incelik burada. Çünkü gerçeklik de gerçekliğin idraki de aşama aşamadır. Âdi idrakin algıladığı gerçek, salt beş duyu organıyla kavranılan mimetik gerçekliktir. O hâlde şöyle mi düşünmeliyiz: Evvelâ âdi idrakin kavradığı ve anladığı bir mana/ gerçek var; buna zahirî, edebî eserde lafzî katman diyoruz. Oysa metnin -haydi evrenin, varlıkların, varoluşun diyelim- bir de ‘derin anlam’ı var. İşte bu derin anlam, -yoksa derunî anlam mı?- salt âdi idrakle kavranamıyor, ama âdi idrak aşamasından geçmeden de derine inmek mümkün değil!..

Ne oluyor? Quo vadis, domine? Çarmıha gerilmek ve acı çekmek için Roma’ya mı gidiyoruz? Bilmem! Ama metnin derin anlamı kavramının, adı ister Roma, ister “hakka’l-yakîn” olsun, bizi başka bir gerçeklik düzlemine götürdüğü kesin…

Yahya Kemal der ya; “Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilerlerle”… Benim kastettiğim ‘Tuna’dan, kafileler hâlinde geçmek mümkün değil! Âdi idrak “Dar Kapı”ya adım atmak için gerekli ilk adım; lâkin insanı sadece gerçekliğin eşiğine götürebiliyor. Öyleyse eşiği aşabilmek için başka bir idrak biçimine ihtiyaç var. Nedir o? Galiba somuttan soyuta doğru gidiyor, sanatkârı, “maddî ve manevî bütün eşya ve hadiselerin maverasına sıçra[tan]” (Necip Fazıl, “Poetika”, Şiirlerim, 1969, s. 240) bir idrakten bahsediyoruz. Şinasi’nin “basiret basarı” (derin bakış) dediği idrak türü bu. Kısakürek’in “Poetika”sında da rastlamıştım; kimi kez ‘ulvî idrak’, kimi kez ‘üstün idrak’, bir yerde de ‘ilâhî idrak’ diyordu. Üçü de aşağı yukarı aynı anlama gelir. Şiir, ona göre; “tek kelimeyle üstün idraktir” (s. 246), Tanrı bu ilahî idrak emanetini şairlere bahşetmiştir. O hâlde insanda/ sanatkârda evreni ya da edebî metni okuyan Haşim’in deyişiyle bir ‘âdi idrak’, bir de Kısakürek’in adlandırmasıyla ‘üstün idrak’ var!

Kanaatimce sanatkâr olmanın; hatta sanata muhatap olmanın ilk şartlarından biridir üstün idrak… Sanatsal deha, Bergson’un sezgi dediği, nesnelerin, olguların, varlığın özünde devinen derunî ilişkiler ağını, evrenin/ metnin derin anlamını kavrama becerisi.

O hâlde sanatkâr, varlığa ve evrene âdi idraki aşıp keskin bir nazarla bakan, varlığı üstün bir idrakle kavrayan, onda başkalarının göremediğini gören ve hisseden hususi bir mizaca sahiptir. Bu ise bizi, kapısını ancak üstün idrakin açtığı bir üst gerçeklik âleminin bulunduğu sonucuna götürür…

Ama her insanda yoktur üstün idrak! Çünkü kimileri William Blake’ın dediği gibi “her şeyi yalnızca mağarasının dar yarıklarından” görür, o denli kapatmışlardır kendilerini…

Sağlıklı ve mutlu bayramlar dilerim…

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum