Ötelerin şairi Rilke
İnsan, zaman ve mekânla sınırlı bu dünyaya düşmüş bir varlıktır. Ezelî, ebedî ve tam olanın sınırlı ve dar bir parçasıdır dünya; görünmeyenin, görünene ve surete bürünmüş bir parçası. Rilke’nin “Duino Ağıtları”nda (Çev. Zehra Aksu Yılmazer, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2019) ruh, zaman ve mekânla sınırlı bu dünyayı aşmak ister; o sebeple şair daha başta ‘meleklerin katı’na, o sonsuz âleme seslenir. Parça, bütününe ulaşmayı amaçlar. Haykırışını, çığlığını sesin doğduğu yere, sonsuzluğa yöneltir. “Duino Ağıtları”nı, bu sınırlı dünyadan o sonsuz ve tam olan âleme ulaşmak isteyen bir cüz’ün (parça), ruhun haykırışları olarak okumak gerek. O ruh ki, “Beklemişti bazı yıldızlar senin tarafından sezilmeyi” (s. 4) mısraında dile getirildiği üzere sezmiştir görünmeyeni. Bilinmezin peşinden giden Rimbaud’yla aynı soydan bir şairdir Rilke. Ruh, o ışımayla der ki;
“Fırlat at kollarından boşluğu
soluduğumuz mekânlara; belki kuşlar
genişleyen havayı hisseder daha derin uçuşlarla.” (s. 3)
Bu ruh/ Rilke, “o muazzam çağrı”yı, o ilahî sesi, “sessizlikten çıkıp gelen o fasılasız haberi” (s. 5) duymuştur. Nedir o sessizlikten çıkıp gelen fasılasız haber sahi? Her ses, sessizlikten, bir ‘nefes’ten doğmaz mı? Ya ‘fasılasız haber’!.. Bir vahiy gibi, Varlık daima kendini bildirmiyor mu? Rilke kulağını sessizlikten çıkıp gelen o ‘fasılasız haber’e dayamış, genişleyen havayı, sonsuzluğu hissetmiştir, derin uçuşlara âmâdedir, boşluğu, soluduğumuz mekânlara fırlatıp atar, yüzünü faniden bakiye, sınırlı olandan sonsuza çevirir, “kadim acılardan” feyz alıp tıpkı Mecnun gibi “kendimizi sevgiliden sevgiyle kurtarmanın” (s. 4) vakti gelmiştir, der. Okun yaya ihtiyacı yoktur artık!..
“Zira kalmak yoktur hiçbir yerde” (s. 4)
Rilke, hayatla ölümü, bu dünya ile maverayı, parça ile bütünü birbirinden ayırmaz. Ona göre; “… tüm canlıların hatası, keskin ayırımlar yapmaktır” (s. 5) Meselâ ölüm yaşamın aydınlatamadığımız yüzüdür, “var olmanın bahanesi”dir ve “nihaî doğum”dur (s. 4), yeniden dirilmedir… Bir başka yerde de “ kopulur dünyevîlikten usulca, annenin memesinden yavaşça kesilir gibi.” (s. 5) mısraıyla anlatır ölümü. Ne hoş! Ölüm, bir bebeğin anne memesinden kesilmesine benzer onda. Zaman da böyledir, dünyevî zamanla uhrevî zaman aslında onda tek bir “Ebedi nehir”dir (s. 5). Algıladığımız, içinde bulunduğumuz ve algılayamadığımız tüm zamanlar o ‘’ebedi nehir”de toplanır, orada akar… Diğer zamanların sesleri, O’na karışır, asıl zaman bir’dir:
“Ebedî nehir
her iki âlemde de sürükler bütün çağları
ilelebet ve seslerini bastırır ikisinin de.” (s. 5)
Ama kimi insanlar; meselâ beşinci ağıtta sözü edilen “gezgin cambazlar”, “asla tatmin olmayan bir iradenin”, herhâlde nefislerinin, geçiciliklerin önünde “eğilip bükülenler” (s. 20), sadece zamanın görünen yüzünde kalırlar…
Hâsılı parçada, sınırlı olanda değildir şairin gözü, bu mistik şuurla -tıpkı İslâm mutasavvıfları gibi- ‘tuhaf yeryüzü’ne sırt çevirir, “yeni öğrenilmiş âdetleri” sürdürmek istemez, “kendi adını bile/ kırık bir oyuncak gibi bir kenara” (s. 5) koyar. Bu deyişiyle “Ballar balını buldum/ Kovanım yağma olsun” diyen bizim Yunus’la yolu kesişir.
Kâmil insanı “çiçeklenmeden neredeyse hiç oyalanmadan” (s. 25) meyve veren incire benzetir Rilke. Ama insan, genelde övünür “çiçek açmakla”, güzelliğini teşhir etmek ister. Yunus’un deyişiyle oyalanmaktır bu.
“Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”
Ötenin şairidir Rilke. Bizi bu dünyadan, mesafenin dar çemberinden, bu sığ bakıştan alıp öteye, bütüne, sonsuza, nefese götürür. Çünkü “Burada her şey mesafe,/ orada ise nefesti[r]” (s. 34). Mevlâna’nın vatanından kopan ney’i gibi “İlk yurdundan sonra ikincisi onun için [de] muğlak ve sallantılı[dır].” (s. 34)