Kışa, gribe, mangala, sobaya ve kalorifere dair...
Eskiden gribe doktorlar enflüenza, vatandaş da vücudu paçavraya çevirdiğinden ‘paçavra hastalığı’ dermiş. Sermet Muhtar Alus, grip kelimesinin Batı dillerinde “tırnak atarak pençelemek” anlamındaki ‘grippier’ kelimesinden geldiğini yazıyor. Enflüenza ise Latince etki demek olan ‘influentia’dan türemiş.
Demek ki grip, insanı pençesiyle kavrayan bir hastalık. Kışla geliyor!.. Rumi takvimle çoğu defa Birinci ve İkincikânun aylarında yani Aralık ve Ocak’ta veya ‘erbaîn’ ya da ‘hamsîn’ denilen soğuklarda, cemreler düşmeden önceki “izdivac-ı tuyur” ve “garsc-ı eşcar” denilen günlerde kapıyı çalıyor. Geçmeden izdivaç-ı tuyur, kuşların çiftleşme günleri, 3-17 Şubat’a karşılık geliyormuş, garsc-ı eşcar ise ağaç dikme zamanı demek, 15-16 Ocak-20 Ocak arası imiş.
Madem kapıyı açtık, şu eskilerin meşhur soğuklarından bahsedelim. Dedelerimiz, ninelerimiz erbain derdi, hamsin derdi, zemherir, berdelacuz derdi. Ne demektir, o günlerin soğuk olacağını neye göre hesaplarlardı bilmiyorum. Vardır bir hikmeti ve bildikleri elbet.
Erbaîn, Arapça’da kırk demek. Eskiler Kanun-ı evvel’in Aralık’ın 10’u veya 11’inden sonra kırk gün süren soğuklara erbain diyor. Sonra peş peşe dizilen soğuklar; ‘gün dönümü fırtınası’, zemherir fırtınası’, ‘berdelacuz’…
Eskiler ‘erbain soğukları’ndan çok çekinirmiş, kimileri kırk gün eve kapanıp çıkmaz, hatta kurban keser, türbelere mum gönderirmiş. Evlerde soğuğa karşı önlemler alınır, oda pencereleri seccadelerle kaplanır, kapıya pamuk perde asılır, mangal tepeleme doldurulur, fincan fincan ıhlamur içilirmiş.
Durun daha bitmedi! Erbainden sonra bir de elli gün sürecek ‘hamsîn’ soğukları geliyor. Ayrıca berdelacuz var. Rumi takvimde Şubat’ın sonundan bir gün önce kapıyı çalan ve yedi, sekiz gün süren bir yaman soğuk berdelacuz. Laf açılmışken bu konuda Şair Haşmet’le şaire Fıtnat Hanım arasında geçen bir olayı nakledeyim.
Şair Haşmet, bir berdelacuz’da Laleli’de yürürken Fıtnat Hanım’a rastlamış ve ona “Şu kocakarı soğuğundan illallah!” diye laf atmış. Bunun üzerine hatun; “O yarın çıkıyor ama arkadan gelen koca öküze ne demeli” diye cevabı yapıştırıvermiş. Cevabın hikmeti şurada efendim; berdelacuz’dan sonra Nisan ayında altı gün süren “sitte-i sevr’; yani öküz soğukları geliyor… Eh yani berdelacuz (Şair Fıtnat Hanım) önden gidiyorsa, sitte-i sevr -koca öküz de (Haşmet)- arkadan geliyor, doğru!..
Eskiden biliyorsunuz, kalorifer yok, soba dahi pek yaygın değil, evlerde mangallar ve tandır denilen aletlerle ısınıyorlar. Erbain ve hamsin günlerinde lapa lapa kar yağar, saçaklardan buzlar sarkarken, odanın ortasına tandır konulur, yaşlısından çocuğuna tandırın etrafına oturur, dizlere örtüler, battaniyeler örtülür, ayaklar sıcağa uzatılır tandır sohbetleri yapılırmış.
Mangallara gelince… Küçük evlerin odalarında çifte kapaklı saç mangal var, üzerinde genelde ibrik, cezve kaynıyor. Orta halli evlerde ise sarı pirinçten mangallar bulunuyor, bunlar genelde kısa ayaklı, yuvarlak. Daha varlıklılarınki yine pirinçten, uzun ayaklı ve altı tablalı. Kibar takımının evlerinde ise çini sobalar harıl harıl yanmakta, ama Selanik mangalından da vazgeçemiyorlar.
Sonra kalorifer devri!.. Ne diyordu Sezai Karakoç “Kalorifer” şiirinde:
“Odanın tam ortasından kalorifer
Yiğit borularıyla geçer
Yukarıda ısıtır aşağıda yakar
Şanlı paçavralara sarın
Yarının kahramanını
Neşeli vakitlere doğru kalorifer
Odadan yiğit borularıyla geçer”
Evet, kış geldi, yukarıdakiler kaloriferin sıcaklığında rahat, aşağıda ise ter, ateş, kurum, is!... Yukarıda ısıtıyor, aşağıda yakıyor!.. Allah fakire fukaraya güç versin.