İş-ahlâk, insan-eşya, Tanpınar, Bauman…
Zygmunt Bauman, “Parçalanmış Hayat” (Çev. İsmail Türkmen, Ayrıntı, 2018) adlı kitabında “İş yapmanın modern yolu, duyguların ve inançların seferber edilmesini gerektirmiyor.” (s. 269) der. Bu cümle bana işle ahlâk arasındaki ilişkiyi düşündürdü ve aklıma hemen Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ndeki (Dergah Yay., 2012) Muvakkit Nuri Efendi geldi. Hayri İrdal’ın anlattığına göre bilge saat ustası çırağına “Bozuk bir saate, bir hastaya, bir muhtaca bakar gibi bakmağa alış!” (s. 33) demiş ve gerçekten de tamir ettiği saatlere bir insana, bir hastaya, bir muhtaca bakar gibi bakmıştır.
Çok ilginç! Tanpınar’la Bauman birbirlerinden habersiz modernite, iş ve ahlâk konusunda benzer bir ayırım yapıyor. Bu itibarla meselâ “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde Muvakkit Nuri Efendi’den bahsedilirken “Bir meslek adamından ziyade, işin zevkinde bir keyif ehli gibi çalışırdı.” (s. 32) cümlesi oldukça önemli. Tanpınar’daki ‘meslek adamı’, Bauman’da ‘rol icrası’ olmuştur, aralarında bir fark yok! Meslek adamı ya da rol icracısı, modern endüstri-iş ağına şahsiyeti silinerek ve sadece ‘profesyonel’ olarak eklenen insan. Böylece işleyen/ fail ile işlenen, imal edilen nesne arasındaki ruhî/ ahlâkî bağ ortadan kalkıyor, Bauman’ın sözüyle “Çoğunlukla ‘bilimsel yönetim’ adı altında tartışılan bütün bu icatlar sayesinde, modern eylem etik duyguların dayattığı kısıtlamalardan kurtuluyor.” (Parçalanmış Hayat, s. 269).
İşte bu manada Muvakkit Nuri Efendi, iş’le ruh, işle ahlâk, insanla eşya arasındaki bağ sebebiyle bir ‘meslek adamı veya rol icracısı’ değil, aksine bir ‘bilge usta’dır. Kendisine getirilen saatin tamiri için acele etmez, müşterisi giderken “Acele yok ha! Acele istemem!” (s. 32) diye bağırır. Saati bir cam kavanoza koyar, el sürmeden bir hafta boyunca seyreder, üstüne eğilir, sesini dinler, sanki kalbini dinler gibi. İşte burada modernizmin ‘hız’ anlayışıyla ters düşer. Evet modernite hızdır, hız çağı!.. İş’te, üretimde hız, ahlâkı geçmiştir artık! Ama en önemlisi nedir biliyor musunuz? Bilge ustanın saatlere bir insan gibi bakması, tamir ederken meselâ, “Kalp işlemiyor artık. Beyinde de arıza var. (…) Nasıl yürüsün biçare, iki ayağının ikisi de yok…” (s. 33) demesi, eşyaya merhametle, aşkla yaklaşması.
Neden? İnsanla yaptığı ya da tamir ettiği nesne arasındaki bu ruhî bağ, nereden kaynaklanıyor? Düşünüyordum, buldum!.. Sır, Tanpınar’ın Muvakkit Nuri’yi anlattığı şu cümledeydi, Şark-İslâm, hatta evrene mistik gözle bakan tüm insanlar, bir zamanlar eşyaya böyle bakmıştı:
“Saatle insanı birbirinden pek ayırmazdı. Sık sık ‘Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti’, derdi (s. 32)
Bilge ustaya göre Hak insanı ‘kendi sûreti’nde yaratmıştı, Şeyh Galip’in deyişiyle “zübde-i âlem” (âlemin cevheri) idi. İnsan da saati icat etmişti. Allah nasıl yarattığı insanı bırakmazsa, insan da imal ettiği nesneye öyle sarılmalıydı: Merhametle, aşkla ve koruyarak… Muvakkit Nuri’nin, dolayısıyla modern öncesi insanın iş ve eşya ile münasebetini bu inanç belirliyordu, hız ve salt kazanç değil!.. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde diğer saat tamircisi Agop Saatçıyan Tanpınar’ın ‘meslek adamı’, Bauman’ın ‘rol icracısı”dır, işi ile ruhu arasındaki ahlâki bağ kopmuştur, onun yerini hız ve çok üretme almıştır. Oysa hız, insanın zamana tutsak oluşudur. Muvakkit Nuri Efendi, zamanın sahibi idi, rol icracısı ise kölesi!..
Tanpınar’ın “Beş Şehir”inde şehirlerin imarına dair yazdığı şu satırlarda Muvakkit Nuri Efendi’nin iş ahlâkının kaynaklandığı inançla modernitenin iş-ahlâk, insan-eşya ilişkisine bakışı arasındaki farkı şimdi daha iyi anlıyorum:
“Cedlerimiz inşa etmiyor, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı.”